
“Bir Koltuğun Hikâyesi: Düzce’de Kadın Olmak”
Düzce Turgut Özal Anadolu Lisesi’nin açıkladığı kurallar listesi, aslında bir okul yönetmeliği değil; zihniyetin çıplak fotoğrafı. Çekinmeden, saklamadan, utanmadan ilan edilmiş bir baskı metni.
Kural diyor ki: Kız öğrenciler servislerde ön koltuklara oturmayacak.
Bir koltuk… Koca bir yasak için bahane edilen şey bir koltuk. Oraya oturmak neden yasak? Çünkü kız öğrencinin bedeni, sırf varlığı, “tehlike” olarak kodlanıyor. O koltukta bir kız oturursa sorun çıkar, huzursuzluk olur, “yanlış şeyler” akla gelir. Yani suç, ihtimal, günah, ahlaksızlık… Hepsi otomatik olarak kız öğrencinin üzerine yapıştırılıyor. Kısacası, koltuk boş kalabilir ama kızın yeri yok.
Bir diğer kural: Erkek öğrencilerle ilişkiler. Eğer akrabanız değilse, fazla yakın olmayın. Konuşmayın, birlikte vakit geçirmeyin. Okul yönetimi, bir kızın erkekle yan yana gelmesini bile tehdit olarak kodluyor. İki genç insanın yan yana durması, iki öğrencinin kitap tartışması bile “uygunsuzluk” kategorisine sokuluyor.
İşte zihniyet tam burada açığa çıkıyor: Kız öğrencinin varlığı sürekli gözetim altında tutulması gereken bir mesele.
Erkek öğrenci normal, sıradan, doğal. Kız öğrenci ise sürekli şüpheli, riskli, “korunması gereken” ya da daha doğrusu “saklanması gereken” bir varlık.
Bu kurallar, eğitim değil. Bu kurallar, pedagojik bir düzenleme değil. Bu kurallar, çıplak bir ideolojinin yansıması. Bir zihniyet toplumu hayal ediyor: Kadınların arkada, sessiz, görünmez, hep kısıtlı olduğu bir toplum. Ve bunu eğitimin içine sızdırarak, genç yaşta “itaat” aşılıyor.
Bakın mesele bir koltuk değil. Mesele bir erkekle konuşma yasağı değil. Bunlar yalnızca görünen yüz. Asıl mesele, genç kadınlara “Senin kamusal alandaki yerin budur” denilmesi. Daha on yedisinde, on sekizinde kız öğrenciye “Sen sınırlısın, sen sorunlu bir varlıksın, sen sürekli denetlenmelisin” mesajının verilmesi.
Eğitim, özgür birey yetiştirmek içindir. Ama bu okulun yaptığı şey tam tersi: Kız öğrenciyi baskı altında, sürekli suçluluk duygusuyla büyütmek. “Yanlış yerde oturursam ne olur?”, “Yanlış kişiyle konuşursam başım derde girer mi?” korkusuyla yetişen bir öğrenci, özgür birey olamaz. Bu korkuyla büyüyen bir kadın, ileride toplumsal hayatta da susturulur. İşte asıl hedef budur: Kadının sesini, daha gençken kısmak.
Bu kuralların satır arası çok net: “Kız öğrenciler tehlikedir. Erkekler normaldir.” İşte cinsiyetçiliğin en ham, en kaba, en hoyrat hali bu. Eğitim kurumunun kapısında yazılmış. Ve biz hâlâ “çağdaş eğitim”den mi söz edeceğiz?
Burada durup şunu sormak lazım: Bu ülkenin laik ve eşitlikçi anayasası nerede? Kadınların on yıllardır verdiği mücadele nerede? Bu okul kuralları, yalnızca bir okulun meselesi değil. Bu, kadınların kamusal alandaki varlığına açılmış küçük ama simgesel bir savaştır. “Kız öğrenci önde oturamaz” cümlesi, aslında “Kadın toplumda önde olamaz” demektir.
Bugün okulda yasaklanan şey bir koltuk. Yarın iş hayatında yasaklanan şey bir makam olacak. Bugün öğrencinin erkek arkadaşıyla konuşması yasak. Yarın kadının sokakta özgürce yürümesi. Zincir böyle örülüyor.
Ve biz susarsak, zincirin bir halkası da biz olacağız.
Esenlikler dilerim, sağlıcakla kalın.