BENİM BABAM
Kömür ocağı işçiysiydi babam. Karayı, karanlığı, ölüm korkusunu en çok yaşayanlardandı. Ekmeğini kazmayı vura vura, alın teriyle taştan çıkaranlardandı.
İyi bilirdi, oksijensiz kalmanın ne demek olduğunu. Emeği nakış nakış işlemeyi, taşı sıkıp suyunu çıkarmayı...
Kazma sallamanın zorluğunu görmüştü. Güneşten uzak, karanlıklar içinde, havasız toprağın altında...
Yerin binlerce metre derinine inerdi. Toprağın altını genç yaşlarında görmüştü babam. Gidilir ama ya gelinir ya gelinmezdi hayat onun için...
Her gün vedalaşıp meçhule inerdi. İnmek vardı, çıkmak olmayabilirdi yerin altından. Yaşaması grizunun insafına bağlıydı, her an her şey olabilirdi, grizu patlar göçük meydana gelebilirdi.
Dile kolay, tamı tamına yirmi yıl... Güneşsiz, havasız, göçük altında kalma korkusu...
Başındaki şinanay lambası ışığı, kazmasıyla kırdığı kömür parçaları umudu ekmeği, çocukları güneşiydi...
Umut, ekmeği aşı olmuştu. Çocuklarını okutmak, topluma kazandırmaktı en büyük hayali, özellikle kızlarını. El uzatırdı darda kalana, kucak açardı. "Kız çocukları okumalı, altın bileziğini koluna takmalı" derdi her sözünde. Kimseye boyun eğmemeliydi kızlar.
Benim sınıf arkadaşımın imkansızlıklar yüzünden okuldan alınacağını öğrendiğinde, yaşlar süzülmüştü gözlerinden. O gece uyuyamamıştı. Sabah kalktığında bana; çağır arkadaşını gelsin, bizde kalsın, biz okutalım demişti. Okulu bitirinceye kadar bizimle kalmıştı arkadaşım. İşte böyle yüce gönüllüydü babam. Sinirli, bir o kadar da yumuşak ve insancıl...
İlkokul mezunuydu, maden işçisiydi, işi çok yorucu ve stresliydi. Ona rağmen akşamları kitap okurdu. İlkokul mezunu bu maden işçisinin, rahflar dolusu kitapları vardı.
Her akşam yemekten sonra alır kitabını eline, annemi oturtur yanına, sesli seli okurdu kitabını. Önemli bulduğu yerleri kurşun kalemle işaretler, tekrar okur, annem de başıyla onaylardı, "anladım" mânâsında...
"Bu kitabı mutlaka okumalısınız çocuklar, çok etkileyici, sürükleyici" der, tutuştururdu kitabı elimize.
Ondandır, mutlaka benim ve kardeşlerimin kitap okuma sevdası, emeğe ve alın terine derin saygımız...
Mısralara dizilmiş şiir gibiydi babam. Bazen öfkeli sert, yanına yaklaşılmaz. Bazen hüzün yağmurlarında ıslanmış küçücük bir çocuk. Bazen de yumuşacık, okşanmayı bekleyen kadife bir kumaş gibi...
Altmış bir yaşında veda etti dünyaya. Bu seferki vedanın geri dönüşü yoktu. Uzun yıllar havasız ortamda çalıştığından, daha fazla dayanamadı akçiğerleri.
Hiç de yabancı değildi ona toprağın altı. Defalarca gidip gelmişti ama bu gidiş, başka gidişti.