Anadolu'da Bir Kadın
Orta Karadenizin dağlık bir köyünde, kalabalık ailede yaşan, karakaş, kara gözlü, kırmızı yanaklı, boyu endamı yerinde, On altı, on yedi yaşlarında güzel bir çocuk gelin Gülizar.
O da her gelin gibi verilen görevi yerine getirecek, kaynana, kaynataya hizmette kusur etmeyecek. Kendinden büyük eltilere, kayınlara, görümcelere saygıda kusur etmeyecek. Sabah erken kalkıp, ineği sağacak, sütü pişirecek, odun ateşinde ekmek yapacak, yemek yapacak, bulaşık yıkayacak, evi, damı temizleyecek, tarlaya gidenlere azık hazırlayacak. Kuşluk vakti koyunları sağacak, sütü pişirecek, peynir yoğurt mayalayacak, çökelek yapacak. Orak biçecek, yığın yığacak, harman sürecek, ekin yıkayacak, bulgur kaynatacak, yarma çekecek. Sırtında odun taşıyacak. Yunaklığa kazan kurup, çamaşır yıkayacak, daha neler neler...
İşini düzgün yapamaz ve yetiştiremezse dayak yiyecek ve en önemlisi de çocuk doğuracak. Çocuğu olmazsa yandı Anadolu kadını...
Kış bastırmış köyde, kar neredeyse bir insan boyuna gelmiş, yollarda, evlerin saçaklarında buz kalıpları oluşmuş. Şehirle olan irtibat kesilmiş. Tipi göz açtımıyor. O dönemde telefon, elektrik yok köyde...
Sabahın erken saatleri; bizim evin tahta kapısına güm güm vuruluyor, aralıksız!
- Geldim, geldim!
-Durun hele, ne oldu, alacaklı gibi ne vuruyonuz kapıya!
Babannem açıyor kapıyı.
-Ne oldu bacı, hayrola bu saatte?
-Gelin sancılandı, yetiş bacı!
-Ben yaptıramam doğumu, bi yerden ebe bulun bacı.
-Ebe yok, oğlan gitti, yarı yoldan geri döndü. Kar kapatmış yolları, tepeye kadar zor varmış, at daha fazla yol alamamış, eli böğründe öylece duruyor, beti nezi atmış oğlanın. İki tokat salladı babası, gendine gelsin deyi.
Etme bacı, elini ayağını öpeyim. Senden başka yaptıracak kimse yok, yetiş! Kulun kölen olayım yetiş diyom sana!
Babaannem canhıraş çıktı evden.
Gece yarısı oldu dönmedi. Dedem; gidip bakayım diyerek, lastik ayakkabılarının üstüne çorap geçirip gitti.
Saatler sonra tek başına geri geldi."Gelin doğuramamış, hay Allah, ne yapsak ki" diye söylene söylene girdi içeri.
Sabah hep birlikte gittik, Gülizar gelinin evine, ben dokuz, on yaşlarındayım.
Yatırmışlar yatağa, her tarafından ter boşalmış, sanki bir kova su dökmüş gibi. Evin kerpiç duvarlarından çıkan feryatlar köyün üst başında yankılanıyor, göğü deliyor adeta! İnim inim inliyor, Gülizar gelin! Kurtarın beni, ölüyom ben! Yandım anam! Dayanamıyom anam!.. Dayanacak gibi değil feryatlara! Doğuramıyor, çok acı çekiyor, iniltiler yürekleri dağlıyor. "Hiç umut yok" diyor büyükler. "Ölecek ölmeye de bari çocuk kurtulsa" fısıltıları yayılıyor.
Sonraki gün, bütün köylüler çare arıyor. "Kağnıyla gezdirelim, kağnı sallandıkça belki bebek aşağı iner, kolay doğurur." Kağnıya yatırdılar Gülizar gelini, kafasını örttüler yün atkılarla. Ayaklarını yapağılarla sardılar, üşümesin diye. Altına yün döşek serdiler, üzerine bir yün yorgan, iki tane de kıldan dokunmuş çul örttüler. (Kıl çul üşütmezmiş.)
Dakikalarca dolaştırdılar köyün etrafında, gene çare yok. Bu işlem bir kaç defa tekrarlandı. Ümitler kesiliyor, hayaller kırılıyor...
Daha sonraki gün, Gülizar gelin artık gözlerini açmıyor. Harap bitap düşmüş, mecali yok, sesi çıkmıyor, sadece dukaları oynuyor. Ne söylediği anlaşılmıyor. Eller kollar yana düşmüş, dudaklar morarmış, suratı şişmiş, adını bilemediğim bir renk gelmiş yüzüne. Dudaklarını ısıra ısıra yaralar oluşmuş. Zar zor nefes alıyor, boylu boyunca yatıyor. Herkes ağlaşıyor, ağıtlar yakılıyor. Vah zavallı vah, vaah! Gençliğine doymadan gidecek yavrum! Pek de güzel yavrum! Kara topraklara yakışır mı bu güzellik! Allah anasına babasına sabır versin!..
Arada bir elleriyle kontrol ediyorlar Gülizar'ı, soluk alıyor mu diye.
Umutsuz bekleyiş devam ediyor...
Bilmem kaçıncı gün hatırlamıyorum. Ebe; "nasıl olsa gelin ölecek, çocuğu kurtaralım" diyor.
-"Bana bi cilet (jilet) getirin hele, çabuk olun durman öyle, sıcak suyla sabun getirin!" "kesip çocuğu alacağım."
Kesiyor ebe jiletle. Kim bilir ne kadar kesti! İki elinin parmaklarıyla bebeği çıkarmaya çalışıyor, var gücüyle asılıyor, bebek gelmiyor. "Bağırsak dolanmış, gelmez bu bebek!" Birinci hamlede sonuç yok.
Bir hamle daha, gene yok. Üçüncü hamlede doğuyor bebek, boynunda bağırsak dolalı bir şekilde, kanlar içinde.
İnga, inga! Bebek sesi yankılanıyor evin içinde. Sanki; annesinin çektiği acılara üzülüyormuş gibi var gücüyle bağırıyor.
Yıkayıp kundakladılar bebeği. Kendinden habersiz baygın yatan annenin yanına yatırdılar.
-Ağzına biraz su verin gelinin.
Gelin ceset gibi yatıyor.
Kaşıkla su veriyorlar ağzına. Arada bir yanaklarına dokunuyorlar, hafif hafif şamarlıyorlar, nefesini kontrol ediyorlar. Gülizar, Gülizar, Gülizar gız aç gözünü! Sesleniyorlar arada bir.
Saatler sonra belli belirsiz iniltiler geliyor. Gözünü yarım yamalak açıyor Gülizar gelin... Bir gün sonra kendine geliyor.
Bebeğin oldu gelin.
Gız mı, oğlan mı? Soruyor, bitkin bir vaziyette, zor duyulan sesiyle.
-Oğlun oldu gözün aydın gelin!
Onca acıya rağmen hafifçe gülümsüyor, Gülizar gelin.
-"Yaşıyo mu, sağlam mı?.."
Kendi acısını unutup evlat sevgisini dolduruyor, yüreğinin ta derinliklerine, Anadolu kadını. Evlat sevgisi bastırıyor acıyı!