ANADOLU'DA AÇMADAN SOLAN BİR GÜL -3-
Emine ablası çığlık çığlığa bağırmaya başladı.
- Yetişin, Gül'e bir şey oldu!
Kaynanası; "o marazalıya (hastalıklı) ne oldu gene" deyip, çıkıştı Emine ablaya.
- Senin işin gücün yok mu, git yayık yayılacak haydee!" diyerek, kolundan tutup ittidi bir kenara Emine ablayı. Kaynana; iri yarı, güçlü kuvvetli, uzun boylu biriydi, heybetli bir duruşu vardı. Gelinlere "çırpı bacak, bastıbacaklar" diyordu o yüzden. Yürürken yayvan kalçaları ve göbeği şalvarının içinde bir sağa, bir sola gidip geliyordu. Sırtından hiç çıkarmadığı sarı yeleğinin cebi, fındık fıstıkla dolu olurdu. Ne zaman gelinlere kızsa arkasını döner, göstermeden gizli gizli birkaç tane atardı ağzına. Kocası Memet Ali, hafta başında şehire gidince alır, gizlice verirdi karısına. Kaynana, huysuz biri olduğundan kimse ses çıkarmazdı ona. Köylüler bile, "tamam Senem ana senin dediğin gibi olsun" derlerdi.
Kaynana;
-Hasan Hasan! Traktörü al gel çabuk! Çabuk diyom, savsaklama hayde! Aha şu marazalıyı doktora götürek. Geldiğinden beri bir gününü görmedik, şu gıran giresicenin diye bağırıyordu.
Hasan emminin traktörü ile en yakındaki hastahaneye götürdüler Gül'ü. Traktör, köyün toprak yollarından geçereken zıplayıp sallanıyordu. Sallandıkça Gül'ün sancısı ve kanaması artıyordu. Sonunda vardılar hasteneye.
Sedyeye yatırdılar, sedyenin her tarafı kanla doldu. Üzerindeki çiçekli fistanının çiçekleri kırmızıya boyanmıştı. Başındaki sarı yazmazı boynun üzerine düşmüş, uçları sedyeden aşağı sallanıyordu. Dağınık saçlarını toparlamaya çalışıyordu Gül. Yeşil naylon ayakkabısının biri düşmüştü ayağından. Yamalı mavi çorapları görünüyordu. Emine ablası, yamalı çorabı görmesinler diye Gül'ün ayaklarına kendi kırmızı yeleğini örttü. Emine ablasına ayakkabısını soruyordu durmadan.
Gül artık sancıya dayanamaz hale gelmişti. Emine ablası, kaynanası ve Kocası Dursun gelmişti hastaneye. Yaba gibi nasırlı elleriyle Gül'ün elini tutuyordu Dursun. Gül'ün küçücük elleri Dursun'un elleri arasında kayboluyordu. "Korkma gız, korkma doktor bey kurtaracak seni" diyordu Dursun...
Tahliler, tetkikler yapıldı.
Doktor bir tahlilere, bir Gül'e bakıyor, olanlara anlam veremiyordu.
"Kızım sen gebesin, düşük yapıyorsun" dedi.
- Düşük ne demek, doktor Bey?
- Bebeğin karnında ölmüş.
Bir taraftan seviniyor, Dursun'a çocuk doğurmadığı için, bir taraftan ağlıyordu, bebeği öldüğü için.
Doktor, "söyle kızım seni kim gebe bıraktı. Bunu sana kim yaptı, korkma kızım söyle" dedi.
Gül, ben evliyim doktor Bey dedi.
- Ne evlisi kızım. Bu yaşta evlilik mi olur.
--
Dursun girdi araya, eliyle göz kapaklarının üstüne düşen kaşlarını, ağzının içine giren kır bıyıklarını düzelterek; o benim karım, dedi.
- Ne diyorsun be adam, sen bu çocuğa karım demeye utanmıyor musun? dedi doktor.
- Niye utanayım doktor Bey. Ben utanacak bir şey yapmadım, o benim helâlimdir. Anası babası verdi, o da kendi rızasıyla geldi.
- Yazıklar olsun, sübyancı! Dedi doktor.
-Kanunen evli değilsin kızım. Şikayetçiysen bu adamı tutuklatalım.
Gül önce sevindi, bu adamdan kurtuluyorum diye. Sonra düşündü başına gelecekleri. Dursun tutuklanırsa evde dünyayı dar ederlerdi ona. Gidecek yeri, tutunacak bir dalı yoktu. Baba evine de dönemezdi. Köyde hiç kimsenin evinde de kalamazdı. Çaresiz bir şekilde "şikayetçi değilim" dedi.
- Vah zavallı yavrucak seni nasıl da korkutmuşlar dedi, doktor.
Doktor, kürtajı bitirmiş, verem için başka bir bölüme sevk etmişti...
Eve dönerlerken kaynanası, hiç susmadan homurdanıyordu Gül'e. Bir çocuğu taşımayı beceremedin, senden kadın filan olmaz diyordu.
- Dursun, bunu götür yarın, anasının evine bırak, dölü tutmuyor bunun, karnındaki bebeğe sahip çıkamadı, doğursa hiç bakamaz, bir de marazalı (hastalıklı). Hasta bakıcılık mı yapacaaz biz buna he mi?
Anası baksın, iyileşirse gider alırsın, iyileşmezse şansa artık...
Devamı yarın…