ANADOLU'DA AÇMADAN SOLAN BİR GÜL -1-
Daha on dört yaşındaydı Gül, birkaç ay sonra on beş olacaktı. Orta Anadolu'nun dağlık bir köyünde yaşıyordu. Güzelliği, endamı yerindeydi. O da her çocuk gibi gülüp oynayan, annesine tarlada, ev işlerinde, inek sağmada, davar sağmada yardım eden bir çocuktu. Boş zamanlarında yaşıtlarıyla birlikte beş taş oynar, sek sek oynar, ip atlardı. Kendi çapında çok mutluydu. Tek hayali okumak, hemşire ya da öğretmen olmaktı. İlkokulu bitirmişti. Ortaokula gitmek için çareler arıyor, babasına yalvarıyordu. Köyde olduklarından, barınma sorunu vardı, okuması zor bir ihtimaldı. O, yine de bir çözüm bulup okuyacaktı...
Son günlerde köyün aşağı mahallesinde oturan Dursun, sık sık gelmeye başlamıştı. Dursun, hali vakti yerinde, evli, çocuk çoluk sahibi, kırk beş, kırk altı yaşlarında, eğri burunlu, göçük suratlı, pörtlek gözlü, cırtlak sesli, yaba gibi elleri olan biriydi...
O gün yine oturmaya gelmişti, bir türlü gitmek bilmiyordu.
Gül'ün uykusu gelmiş, erken yatmıştı. Bir ara kulağına sesler geldi. Babasıyla Dursun, hareretli hararetli bir şeyler konuşuyorlar, arada bir sesleri yükseliyordu...
"Falanca tarlayı, sarı ineği danasıyla beraber ver, kızı al götür" diyordu babası. Dursun, "o tarla olmaz, falanca tarlayı vereyim" diyordu.
Gözleri fal taşı gibi açılmıştı Gül'ün. Anlam veremiyordu, hangi kız, ne tarlası derken, birden derin uykuya daldı...
Sabah erkenden annesi uyandırdı Gül'ü.
- Sana bişey diyecem gızım.
- Ne diyeceen ana!
- Dursun var ya.
- He var, Hasan emmi gilin Dursun abi.
- Hah işte, Dursun'a verdi baban seni.
- Beni mi, ne diyon ana sen?
- He seni.
- Ben okuyacam ana. Hem kocaman yaşlı adama mı vereceniz beni.
- Ne yaşlısı gızım, çakı gibi adam.
- Onun karısı var, çocukları var, ben ona varmam ana. Ölürüm de varmam. Ben "kuma" gitmem.
- Baban verdi gızım, varmam deme, baban seni kör destereynen (testere) keser.
- Kessin, gene de varmam!
- Kendimi öldürürüm!
- Tövbe de gız. Gendini öldürmek günah. Yanacan mı ahrette çatır çatır.
- Ahrette yanarım, gene de varmam ana.
- Baban sözü kesti, varacan!
O arada babası eli arkasında, başı önde girdi içeri.
- Gızım birazdan Dursunla Hasan gelecek seni götürecek. Dursun'un karısı olacan, direnmeye kalkma. Beni köylüye rezil etme, bacaklarını kaburgalarını kırarım!..
Gül feryat figan ağlıyor! Baba ne olur verme beni Dursun abiye. O kocaman adam neredeyse senin yaşında. Kıyma bana baba. Sana hiç yük olmam, köpeklerin yalından yerim, tandıra düşen yanık ekmekleri yerim, tavukların yeminden yerim. Süt kazanının dibini sıyırırım. Soğan bile yemem baba, ekmeği kuru kuru yerim. Yeter ki beni Dursun abiye verme baba! Hiç uyumadan tarlada çalışırım. İneklere, koyunlara ben bakarım, verme beni baba!..
- Verdim, sözü kestik!
- Sus zırlayıp durma!
- Ayaklarının altını öpeyim verme baba!..
Gül ağlamaktan gözleri kan çanağına döndü. Yalvarmak kar etmiyor.
Az sonra Dursun'la Hasan geldi. Gül'ün koluna girip, dışarı çıkardılar. Gül gitmemek için direniyor ama gücü yetmiyordu. Her yolu deniyor, bir türlü olmuyordu. Melül melül annesine bakıyor, "kurtar beni ana" diye yalvarıyor! Annesi de Gül gibi biçare, ağlamaktan başka bir şey yapamıyor. Feryatları dağ yamaçlarında yankılanıyordu. Tepeden aşağı sürükleye sürükleye Dursun'un evine vardılar. Gül'ün feryatları günlerce aylarca köylülerin kulaklarında çınladı. Herkesten yardım istedi, yalvardı, "kurtarın beni" diye. Herkes, "senin kaderin böyleymiş" demekle yetindi...
Eve gelir gelmez Dursun; göz yaşlarına, çığlıklara aldırmadan zorla sahip oldu zavallıya. İşi garantiye aldı, ne olur ne olmaz, baba evine kaçmasın diye...
Devamı var...