ŞU CESARETE BAKIN!
“Şüphesiz ki onlar bundan önce (dünyada) şımartılmışlardı. Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.” (Vakı’a: 45-46)
Bu ayette şımarmış ve kaynağı belli olmayan bir cesaretle Allah’a karşı gelenlerden bahsediliyor. Gerçekten öylesine enteresan bir durum ki insanoğlu cürümüne bakmadan Rabbine meydan okuyabiliyor, ona alenen savaş açabiliyor.
Dünya hayatında verilen nimetlerin veriliş gayesini ve kadrini bilmeyenler elbette nefsanî arzularına mağlup olurlar ve şımarık tutumlarının esiri olarak Yüce Allah’tan uzaklaşırlar. Kur’an’ın tabiriyle amel defterini sol tarafından alacak kişilerin dünya hayatındaki suçu bu “şımarık durumları” olarak belirlenmiştir.
Bilindiği üzere insan fıtratına hem fücur hem de takva ilham edilmiş, (Şems: 7-8) ancak iman tarafı küfre göre bir adım önde olacak şekilde kalbe sevdirilmiş ve orada süslü gösterilmişti. (Hucurat: : 7) Buradan hareketle “büyük günah” diye ifade edilen şeyi, fıtrat sözleşmesini (A‘raf: 172) iptal edip ona aykırı davranmak anlamında “şirk” olarak tarif edebiliriz. Bu izahlardan sonra insanın bu şımarıklığını görünce; “şu cesarete bakın!” demekten kendimizi alamıyoruz.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki hem şirk koşmada hem de küfür içerisinde bulunmada herhangi bir beis görmüyor; onca hakikate rağmen şirk ve küfürde ısrarcı olabiliyor. İmansızlığıyla övünüp böbürlenebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki tüm acizliğine ve zavallılığına rağmen yüce Yaratıcıya meydan okuyabiliyor, ona savaş açabiliyor. Gücüne güvenip güçsüzleri ezebiliyor, hemcinslerine ve diğer mahlûkata her türlü zulmü reva görebiliyor. Eşrefi mahlûkat olarak yaratılmışken bu şerefi elinin tersiyle itip tıpkı şu ayetteki tanıma uygun bir karaktere sahip olabiliyor: “Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verdiklerini yahut doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.” (Furkan. 44
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki onca ilahi emre rağmen namazını kılmıyor, orucunu tutmuyor, zekâtını vermiyor. İbadetleri yerine getirmiyor, haramlara helallere dikkat etmiyor, onları küçük görebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki onca uyarıya rağmen Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan kul hakkı yiyebiliyor, kamu malına el uzatabiliyor, her türlü yolsuzluk ve hırsızlığı arsızca yapabiliyor; üstelik alkış alıp kitleleri peşinden sürükleyebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki onca hakikate rağmen ölmeyeceğini zannederek ahiret hiç yokmuş gibi pervasızca bir hayat sürebiliyor. İyilikten bihaber, resmen kötülüğün temsilcisi gibi davranabiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki Allah’ın gördüğünü, işittiğini, bildiğini ve her şeyden haberdar olduğunu çok iyi bilmesine rağmen O’nun rızasına aykırı umursuzca bir yaşam tarzı benimseyebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki kendi elleriyle hayâ perdesini yırtabiliyor, ar ve utanma duygusunu ayaklar altına alabiliyor, Rabbinin apaçık emrine rağmen (Nur; 30-31; Ahzab: 59) gözlerini harama bakmaktan korumuyor, hatta tesettür emrini büyük bir din nefretiyle çiğneyerek ulu orta çırılçıplak dolaşabiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki zina işleyebiliyor, kumar oynayabiliyor, adam öldürebiliyor, iftira atabiliyor, yalan söyleyebiliyor, çatır çatır faiz yiyebiliyor. Anne ve babasına saygısızlık yapabiliyor. İslam ile ve müslümanlar ile alay edip açıkça düşmanlığını ortaya koyabiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki, “Allah ve Resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur. Allah’ın ve Resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.” (Ahzab: 36) ilahi fermanına rağmen kendi kafasından uydurduğu bir takım “izm” ve ideolojilerin peşinden ahmakça gidebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki, “Bize kavuşma ümidi taşımayanlar, dünya hayatıyla yetinip onunla mutlu ve huzurlu olanlar, kanıtlarımıza aldırış etmeyenler var ya, hak ettikleri için onların yeri ateştir.” (Yunus: 7) ayetinin o dehşet verici ikazına rağmen cehenneme hızla gidebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) ki, “Öyleyse nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir: 26) sorusuna “Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacak” dediler…” (Bakara: 80) ayetinde sözleri aktarılan cahiller gibi cehennemi hafif görerek dünyalık heveslerine doğru koşar adım gidebiliyor.
Bu insanoğlu öyle cesur (!) öyle kibirli ki küfür, şirk ve günahta ısrar etmesinin kendisine zarar vermeyeceğini zannedebiliyor. Allahtan af ve mağfiret dilemeyi kendisine zül addedebiliyor.
O halde bu cesur (!) insanoğluna şu ayetleri okuyalım: “Yargı günü hepsinin belirlenmiş günüdür. O gün hiçbir dostun dostuna bir faydası dokunmaz, onlar başka yerden de yardım görmezler, ancak Allah’ın rahmetine mazhar olanlar müstesna. Allah izzet ve rahmet sahibidir. Zakkum ağacı günahkârın yiyeceğidir. O, karınlarda, fokurdayan su misali kaynayan bir tortu gibidir. (Görevlilere şöyle denir:) “O günahkârı yakalayıp cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra başının üstünden kaynar su dökerek cezalandırın.” “Tat bakalım; zira sen (aklınca) güçlü ve itibarlısın. İşte bunlar sizin şüphe ile karşıladığınız şeyler!” deyin.” (Duhan: 40-50)
Allah bizleri kendisine layık kul, Hz. Muhammed’e (sav) layık ümmet eylesin.
En emin olan Rabbime emanet olun.
