
ALLAH İLE TİCARET
Allah ile ticaret cümlesi kulağa tuhaf gelebilir. Ancak Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerimde kendisi ile ticareti teşvik eder ve bu ticareti içtenlik ve samimiyetle yapanları da över. Kur’an’da şöyle buyurur: “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” (Tevbe: 111)
Bu cümle “Şüphesiz ki Allah onlara malları ve canları karşılığında cenneti satmıştır” şeklinde de tercüme edilebilir. Çünkü ayette geçen “iştera” fiili hem “satmak” hem de “satın almak” anlamında kullanılabilmektedir. Burada Yüce Allah tarafından satmak ya da satın almak şeklinde mecazi olarak ifade edilen husus; Yüce Allah tarafından vaat edilen cennete gidebilmenin yolunun kişinin olumlu eylemlerine yani fedakârlıklarına bağlı olduğunu vurgulamaktır.
Şöyle ki; onlar, yeryüzünde zulmü, haksızlığı engellemek ve Kur’an’ın ortaya koyduğu hayat sistemini egemen kılmak için Allah yolunda kahramanca savaşırlar; er meydanlarında zalimlerin ordularını bozguna uğratır, askerlerini öldürürler ve gerekirse, bu uğurda seve seve can verirler. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yerine getirmeyi bizzat üstlendiği ve gerçekliğinde şüphe olmayan bir vaadidir. Öyle ya, verdiği sözü Allah’tan daha iyi kim tutabilir? O halde, yaptığınız bu sözleşmeden dolayı sevinin ey müminler! Çünkü budur; en büyük başarı, en büyük kurtuluş!
Peki, bütün kutsal kitaplarda müjdelenen bu bahtiyarlar kimlerdir? Bunun cevabını da Allah bir sonraki ayette vermektedir ki ayetin meali şöyledir: “O tövbekârlar, ibadet edenler, hamd edenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükua varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını gözetenler; müjdele o müminleri!” (Tevbe: 112)
Ayette de görüyoruz ki onlar, ilahi rahmetten ümit kesmeyen, daima Allah’a yönelerek günahlarından tövbe edenler, yalnızca O’na kulluk ve ibadet edenler, en derin şükran ve minnettarlık duygularıyla O’nu övüp yücelterek hamd edenler, güzelce namaz kılanlar, oruç tutanlar, Allah yolunda cihad etmek ve İslam’ı insanlara tebliğ etmek gibi yüce gayelerle yeryüzünde gezip dolaşanlar, O’nun huzurunda boyun eğip secdeye kapananlar, insanlara iyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar ve Allah’ın çizdiği sınırları ve koyduğu kanunları hayata egemen kılan ve onları tüm güçleriyle koruyanlardır. Allah peygamberine adeta şöyle sesleniyor; “ O halde ey Peygamber, bu nitelikleri taşıyan müminleri, sonsuz nimetlerle müjdele!”
Yukarıda geçen o bahtiyarların dokuz özelliği yine Allah’ın salih amel olarak nitelendirdiği hususlardır. Adına salih amel denilen eylemlerin sahipleri ancak mümin sıfatını kazanabilir. Zira salih amellerle ispatlanmayan veya desteklenmeyen inançlara “iman” denilmeyeceği gibi, imansız yapılan iyiliklere de “salih amel” denilemez. İman ve salih amel birbirisiz olmayan iki değerdir ve ayette önce salih amel denilen özelliklere değinilmekte, eğer bunlar yapılır, gerçekleştirilirse bunların sahiplerine de mümin denilmektedir.
Ne mutlu o kimselere ki Allah ile yaptıkları ticaretten kazançlı çıkmışlar ve bahtiyar olmuşlardır. Bir de dünyanın ebedi olduğunu, kendilerinin ölümsüz kalacaklarını, mallarının ve servetlerinin bitmeyeceğini, yaptıklarının yanlarına kar kalacağını zannedenler var. Onlar için ise Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Bize kavuşma ümidi taşımayanlar, dünya hayatıyla yetinip onunla mutlu ve huzurlu olanlar, ayetlerimize aldırış etmeyenler var ya, hak ettikleri için onların yeri ateştir.” (Yunus: 7-8)
“Allah’a kavuşmaya inanmamak” ifadesi, O’nun huzuruna varmayı, orada hesaba çekilmeyi inkâr etmek demektir. Bu ayette, günümüz toplumunda sıkça karşılaştığımız, muhtemelen tüm zamanların toplumlarında da var olan, üç farklı dünya görüşünden/insan tipinden bahsedilmektedir. İlki; Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlardır ki bu dünya görüşüne sahip olan insanlar ayette geçen “Bizimle karşılaşacaklarını ummayanlar” ifadesiyle belirtilmektedir. İkincisi; Allah’a ve ahiret gününe inanan fakat dünya hayatını ahirete tercih eden ve onunla huzur bulmaya çalışan, apaçık yanılgı içerisinde olan insanlardır. Bilmezler ki dünya hayatında da ahiret hayatında da huzur Allah’ın yanındadır. Kişi dünya hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için yaşarsa Allah’ı her an yanında hisseder. İşte bu insan için tarif edilemez bir güven ve huzur kaynağıdır. Böyle insanların ahiretteki yeri de huzur içerisinde ebedi yaşayacakları cennettir. Üçüncü insan tipi ise dünya hayatının geçici ahiretin ise kalıcı olduğunu bilen, gerçek huzurun da Allah’la beraber olmakla mümkün olabileceğinin farkında olan fakat Allah’ın buyruklarından habersizmiş gibi davranan yani “boş vermiş” olan kimselerdir. Bu anlamda özellikle son iki tip dünya görüşüne sahip insanın, öncelikle Kur’an’ın bu ayetini derinlemesine tefekkür etmesi, kendinde olan hataları görmesi ve vahye sığınarak onları düzeltmesi ebedi olan ahiret hayatının kurtulması açısından zaruridir. Çünkü bu üç dünya görüşüne sahip insanın ahiretteki yerinin cehennem olduğu birçok ayette haber verilmektedir.
En emin olan Rabbime emanet olunuz.