
Güven Açığının Ülkesi
Türkiye’de ekonomi konuşuyoruz gibi görünüyor; oysa gerçekte konuştuğumuz şey, siyaset eliyle sürekli yeniden üretilen bir belirsizliktir. Enflasyon, bütçe açığı, kur dalgalanması… Bunlar sadece semptom. Hastalık çok daha derinde: kurumsal çürüme ve iktidarın kendi bekasını ülkenin istikrarından daha öncelikli kılması.
Siyasetin pusulasız kaldığı yerde ekonomi rotasız kalır. Bugün kurları oynatan şey sadece dış ticaret açığı değildir; aynı zamanda adalet duygusunun yok oluşudur. Bir yanda kapalı kapılar ardında şekillenen parti içi pazarlıklar, diğer yanda yargı kararlarının gün aşırı değişen keyfiliği… Bu ülkede yatırımcının değil, yurttaşın bile sabah hangi hukuk düzeninde uyanacağını bilemediği bir atmosferdeyiz. Ekonomiye yön veren, faiz ya da bütçe değil, bu kuralsızlıktır.
Ama daha acı olan şu: Ekonomik sıkışma sadece siyasal belirsizliği büyütmüyor; aynı zamanda siyasal iktidarın otoriterleşme iştahını da kabartıyor. Enflasyon yükselince iktidar, halkın öfkesini bastırmak için daha çok propaganda, daha fazla kontrol ve daha sığ popülizme sarılıyor. Yani her kriz, yeni bir baskı mekanizması için bahane oluyor. Ekonomi bozuldukça siyaset sertleşiyor; siyaset sertleştikçe ekonomi daha da bozuluyor. Kısır döngünün adı: Türkiye.
Bugün Meclis’te hijyen için karekod sistemi kuruldu diye övünenler var. Ne ironik! Devletin en büyük açığı hijyen değil, meşruiyet. Kurumsal çürüme karşısında sembolik çözümler, sadece trajikomik bir gösteriden ibaret. Çünkü mesele temizlik değil; mesele, halkın gözünde kirlenen güveni kimsenin temizleyememesi.
Ekonomide teknik çözümler aramak boşuna. Merkez Bankası’nın rezervleri, Hazine’nin bütçesi, enflasyon raporları… Bunların hiçbiri güven eksikliğini telafi edemez. Türkiye’nin asıl rezervi, bir zamanlar sahip olduğu ama bugün hızla tükettiği “öngörülebilirlik”tir. Ve öngörülebilirliği kaybetmiş bir ülke, eninde sonunda kendi yurttaşına bile yabancı yatırımcı muamelesi yapar.
Sorulması gereken soru budur: Bu ülke, belirsizlikten beslenen bir siyasetle mi yoluna devam edecek; yoksa belirsizliği azaltmayı göze alacak bir demokrasi cesaretini gösterecek mi? Eğer yanıt ilkiyse, şunu açıkça söyleyelim: Türkiye’nin geleceğini döviz kurları değil, siyasal körlük tüketecek.
Güven açığını kapatacak olan şey ne yeni bir bütçe ne de yeni bir paket. Tek ihtiyacımız, yeni bir siyasal irade.
Esenlikler dilerim, iyi okumalar.