ÜLKEMİZ DEPREM GERÇEĞİ
Oğlum Cihan'ın kaleminden, ülkemiz deprem gerçeği ve alınması gereken önlemleri siz okurlarımızla paylaşmak istedim:
Kahramanmaraş merkezli olan ve çevresindeki illerde de yıkıcı hasarlar bırakan depremlerde yine yıkıldık, yine kahrolduk. Depremden zarar gören insanlarımıza hepimiz gücümüz yettiğince yardım eli uzatıyoruz, acılarını elimizden geldiğince hafifletmeye çalışıyoruz ve elimizden gelen ne ise yapıyoruz. Ancak depremler, ülkemiz için hayatın kendisi gibi bir gerçekliktir. Depremlerden bir daha bu denli büyük zararlar görmemizin önüne geçilmesi teknik açıdan mümkündür ve bunu yapmak bir gerekliliktir. Her türlü siyasi yaklaşımdan uzak durarak bu büyük problemle bilimsel, akılcı ve çözümcü yöntemlerle mücadele etmemiz gerekmektedir. Depremlerle ulusça hep birlikte mücadele edilmesi gerektiğinden halkın bilgilendirilmesi de önem taşımaktadır. Bu bakımdan bilgim ve tecrübem dâhilinde bir mühendis olarak bu bilgilendirmeyi yapmayı borç bilirim.
1-) Ülkemizin ve dünyamızın jeolojik haritası avuç içi gibi bilinmektedir. Bir fayın kırıldığında yaratabileceği enerji, üretebileceği depremin maksimum büyüklüğü bilinmektedir. Dolayısıyla bir şehrin hangi alanlarında yapılaşma olacağı konusunda ve İmar Planlarının düzenlenmesinde jeoloji mühendisleri, jeofizik mühendisleri, konuyla ilgili akademisyenler ve meslek odaları da söz sahibi olmalıdırlar. Alüvyon zeminlerde, sıvılaşma riski bulunan alanlarda ve fay hattı yakınlarında yapılaşma olmasına izin verilmemelidir. Yapılaşma, daha kayaç ve sert zeminlerde ve bu zeminlere yakın yerlerde yapılmalıdır. Bu alanlarda daha yüksek katlı yapılar yapılabilir. Birilerinin cebi dolacak diye rant için hiçbir araştırma, inceleme yapılmadan tarlalar, bahçeler imara açılmamalıdır. Bu hususlarda ilgili meslek mensupları, erdemli, ehil kişiler söz sahibi olmalıdır.
2-) Bir yapı inşa edilirken zemin ya da yapının tek başına sağlam olması yeterli değildir. Bir yapı ne kadar sağlam inşa edilirse edilsin üzerine inşa edildiği zeminin sınıfı ve özellikleri de büyük önem taşımaktadır. Örneğin alüvyon zeminler, deprem dalgalarını kayaç zeminlere göre yüzeye daha güçlü iletmekte ve depremin şiddetinin yüzeyde daha fazla etki göstermesine neden olmaktadırlar. K.Maraş’ta olanlardan birisi de budur. Dolayısıyla yapıyı inşa ederken hem zeminin özellikleri en iyi şekilde saptanmalı hem de bu özelliklere uygun son teknolojiyle yapılar inşa edilmelidir. İmar planlarında ve uygulamada bu hususlar gözetilmeli, bu konularda jeofizik mühendisleri, jeoloji mühendisleri, inşaat mühendisleri ve mimarlar gibi ilgili meslek mensupları söz sahibi olmalıdır.
3-) Bir yerleşim yerinde, imar planlarında yapıların kaç katlı olacağının tayininde jeofizik ve inşaat mühendislerinin görüşlerine itibar gösterilmelidir. Jeofizik mühendisleri ve inşaat mühendisleri koordineli bir şekilde çalışarak, zemin periyodunun ve kat yüksekliğine göre yapı periyodunun birbirleriyle çakışmadan, dolayısıyla deprem sırasında rezonansa izin vermeyecek şekilde yapıların inşa edilmesini sağlamalıdırlar. Dolayısıyla bu hususta ilgili bu mühendislik dallarına mensup insanların söz sahibi ve etkin olması gerekmektedir. İmar planlarının bu doğrultuda revize edilmesi önem taşımaktadır.
4-) Avrupa’da ya da gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de müteahhitler inşaat mühendislerinden seçilmelidir. Mühendis/Mimar olmayan bir müteahhitin yapıyı inşa ederken meseleye yaklaşımıyla o işin doğrudan teknik olarak eğitimini almış olan mühendisin/mimarın yaklaşımı, hem bilgi düzeyi bakımından hem de ahlaken bir olmamaktadır. Maddi gücü yeterlidir diye her önüne gelenin müteahhitlik yapmasının önüne geçilmelidir. Bu konuda etkili ve kalıcı düzenlemeler yapılmalıdır. Ülkemizde ne yazık ki yapı müteahhitlerinin çok azı inşaat mühendisidir. Bu durum, tıpkı ameliyathaneye bir hekimin yerine hekim olmayan hastane müdürünün girmesine benzemektedir. Mühendisler, doğrudan yapı konusunda söz sahibi ve etkin hale getirilmelidir. Yapılar, olanca hızıyla her bakımdan mühendislik hizmeti alır hale getirilmelidir. Günümüzde doğru şekilde mühendislik hizmeti almış olan binalar yıkıcı depremleri çok büyük oranda hasar almadan ya da can kaybı olmadan atlatmaktadır.
5-) Aynı anda birden çok şantiyenin denetlenmesi teknik açıdan güç olacağından her şantiyeyi işin bitimine kadar bir mühendis ya da mimar olan bir şefin denetlemesi sağlanmalıdır. Böylelikle Mühendis/Mimar tek şantiyeden sorumlu olacağından güçlü ve etkili bir denetleme yapabilir. Bu konuda ilgili yönetmelikler çıkarılmalıdır.
6-) Üniversite sınavında öğrenci 3-5 tane net yapıp da barajı geçti diye inşaat mühendisliği bölümünün seçilmesinin önüne geçilmelidir. Zira, İnşaat mühendisliği çok iyi matematik, geometri ve fizik bilmeyi gerektirir. Bu da yetmez analitik düşünme yeteneği ve sözel becerisi de güçlü olmalıdır. Üniversitelerde genel olarak tüm mühendislik/mimarlık dallarının eğitim kalitesinin artırılması ve kontenjanların düşürülmesi gerekmektedir. Laf olsun diye üniversite, bölüm açılmamalıdır.
7-) Deprem yönetmelikleri ve inşaat teknolojisi bakımından depreme dayanıklı yapı yapacak bilgi ve teknolojiye ülkece sahip durumdayız. Örneğin yeni yönetmeliklere uygun şekilde inşa edilen yapılar 2020 yılında meydana gelen 7.0 büyüklüğündeki İzmir depremini başarıyla hasar almadan ya da en az hasarla atlatmıştırlar. Ancak yönetmelikler tek başına yapıların sağlam yapılması konusunda yeterli olamamaktadır. Uygulamadaki ve yapı denetimindeki aksaklıkların giderilmesi, böylelikle depreme dayanıklı inşa üretimindeki verimliliğin en üst düzeye çıkarılması gerekmektedir. Ustaların, inşaat işçilerinin de eğitilmesi çok önemlidir. Yapı denetimlerin şantiyeleri en etkin şekilde denetleyecek kapasitede olması sağlanmalıdır.
8- İlgili meslek odaları kendi uzmanlık alanlarında tekrar etkin hale getirilmeli ve doğrudan söz sahibi olmalıdır. Örneğin birkaç sene öncesine kadar İnşaat Mühendisleri Odası, statik projeleri çok sıkı bir denetimden geçirmekteydi, ancak günümüzde meslek odalarının projeleri denetleme şartı kaldırılmıştır. Yalnızca belediyelerin ilgili personellerinin projeleri yeterli verimlilikle denetlemesi mümkün değildir. Siyasi ve çeşitli sebeplerle meslek odalarının etkinliklerinin azaltılması hatasından dönülmelidir. İşin içinden gelen teknik insanların bilgisine, tecrübesine önem verilmelidir. İlgili meslekler doğrudan meselenin içinde tutulmalı, söz sahibi olmalıdır.
9-) İmar affı gibi akıl ve çağ dışı düzenlemelerin yapılmasının önüne geçilmesi ya da kapsamlarının daraltılması gerekmektedir.
10-) Yeni bir deprem olmasını beklemeden acilen ülkemizin her bölgesinin yapı stoğu taranmalı (üniversiteler kimi bölgelerde yapmaktadır), inceleme, tespit ve yapı analizlerine göre güçlendirilmesi gerekli olduğu saptanan binalar acilen güçlendirilmeli, depremde yıkılacağı kanaati oluşan binalar yeni bir depremi beklemeden ivedilikle yıkılmalıdır. Vatandaş, bu incelemelerin yapılmasını yetkilendirilmiş kurumlardan talep etmelidir.
11-) Kentsel dönüşüm konusu ve riskli alan tespiti yapılan alanlar, rant kapısı olmaktan çıkarılmalıdır. Bu hususlarda ilgili mühendislik dalları, meslek odaları ve akademisyenlerin görüşlerine riayet edilmelidir. Kentsel dönüşüm adı altında halk, doğrudan müteahhitle baş başa bırakılmamalı, devletin de bu konuda alternatif çözümleri bulunmalıdır. Örneğin halktan toplanan deprem v.b. vergiler, kentsel dönüşüm kapsamında kullanılabilir.
12-) Her konuda işinin ehli insanlar söz sahibi olmalıdır. Bilimin içinden gelen insanlara saygı gösterilmeli, sözleri kulak arkası edilmemeli, liyakate önem verilmelidir. Eştir, dosttur, akrabadır diye liyakatsiz kişilerin söz sahibi, makam ve mevki sahibi olmalarının önüne geçilmelidir.
13-) Yeterli teknik bilgi ve tecrübeye sahip olan TMMOB'un depremlerden sonra afet bölgelerinde riskli yapı tespitlerinde ve diğer her türlü inceleme, araştırmada görev alması sağlanmalıdır.
14-) Güçlü bir bütçesi olan özerk bir Deprem Bakanlığı kurulmalıdır. Ülkece depreme her an hazır olunmalı, depremlerden sonra yaşanacak kaos ortamının önüne geçilmesi sağlanmalıdır.
15-) Sorunları çözebilmek için öncelikle sorunların çözümüne yönelik kararlı biçimde irade gösterilmeli, kusurlar en hızlı şekilde saptanmalı, çözüm için acilen adımlar atılmalıdır. Halkımız bu hususlarda kaderci olmamalı, araştırmacı, uyanık ve sorgulayıcı olmalı, söz sahibi kimselerden, kurumlardan ve yöneticilerden bu hususların uygulanmasını talep etmeli, yöneticiler de kaderci davranmamalı, söz sahibi kişiler ve kurumlarımız çözümler için faaliyete geçmelidir.