reklam
reklam
38,6422 %-0.03
43,7522 %0.04
4.147,78 % -0,83
99.586,09 %2.649
AMASYA
00:00:00
İkindi vaktine kalan
Amasya
Açık
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

DEPREM VE ANNEM

YAYINLAMA:

10 çocuklu bir ailenin tam da ortaya denk düşen 5. çocuğuyum. 1 ağabey 2 ablanın evlilikleri benim ilkokul yıllarıma denk düştü. Ortaokul ve lise yıllarından itibaren, annem benden birkaç yaş büyük ağabeyim ve onu takip eden bana çeyiz adı altında yün yataklar yapmaya başladı. Her yıl 2 yün döşek, 2 yorgan yaptırırdı. O dönem sürü sahibi sayılırdık. Çok sayıda koyunumuz vardı. Soyadımızdaki koyun, babamın yahut ondan evvel ki ebeveynlerinin koyunlarına sevgisinden mi gelir bilinmez, babam koyunları çok severdi. Hatta annem, babamın bu koyun sevgisine çokça sitem eder, kör-topal koyuna bile çok para verip satın aldığını düşünür, kızardı.

Koyunlar çok olunca, onların yünlerinden her yıl bir insanın taşımakta çokça zorlandığı yataklar çeyiz diye ben ve ağabeyime hazırlanır, bir sonraki yıl, önceki yapılan beğenilmez yenisi tekrar yapılırdı. Çocuk sayısı fazla, benden sonrakiler de büyüdükçe yün yatak sayıları çeyizlik adı altında birikti de birikti.

Sonra ağabeyim evlendi ama o yün yataklardan İzmir’de kullanmayacağını söyleyip almadı.

Benden sonraki kız kardeşler de bir bir evlendi ama kimse çeyizlik yapılan o yataklardan kendi payına düşeni almadı.

Bana dair çeyiz seramonisi uzun yıllar sürdü. Lise bitti, üniversite bitti, derken öğretmenlik atamam ve sonra istifa edip gazeteciliğe başlamam. Uzun süren bekarlığım, sonrasında koyunlar yaş alan annem ve babamın artık bakamayacakları zamanlarına mütenasip satılınca, yataklar köyde bir odanın duvarının önüne boydan boya istiflendi.

“İçindeki yün sararmıştır” diyerek, annem kendisini ziyarete gelen kızlarıyla birlikte üşenmeden her yaz yıkadı, silkeletip tekrar yerlerine doldurttu ama onları elden çıkarmaya hiç kıyamadı.

Biz çocuklarından gelen “Anne satalım. Çok yer kaplıyor ve artık kullanılmıyorlar” önerimize, “Yün çok sağlıklı. Bak torunlar da geliyor. Kalabalık olduk, yazın geldiğinizde kullanılır” diyerek itiraz etti. Aslında 10 kardeş, 18 yeğen tamam da, gelip birlikte kalmıyorduk ama o her birine 40 kilogram doldurduğu yün döşekleri, üstümüze örttüğümüzde 5 kiloluk yün yorganların altında nefessiz kalışımıza, tıka-basa doldurulup da boynumuzun üzerinde durmadığı yastıkların satılmasına sıcak bakmayınca, biz de onun bu sevgisine hürmetimizden yataklarına karışmadık.

Dün gece saatlerinde beni aradı. Hozat Belediye Başkanı Seyfi Geyik’i arayıp gidip yün yatakları almasını söylememi istedi.

Deprem bölgesindeki vatandaşlara bağışlamaya karar vermiş. Depremzedeler bu soğuk havada dışarıda dururken, yün yataklarından vazgeçmiş ve onlara göndermek istiyor. Telefonu kapattığımda, karşımda açık olan televizyondan evime kadar gelip oturan depremzedelerin çaresizliği, üşüyen halleri ruhumu teslim halde öylece bakakalmışken, oradan yükselen “Sesimi duyan var mı?” çığlığına “Evet duyuyoruz” diyesim geldi.

Annemin bu hareketi karşısında o denli duygulandım ki, gözyaşlarım o sırada haber yazmak üzere açık olan laptopun klavyesine damlar halde kalakalmışım.

Çok düşündüğüm olmuştur; bunca dolandırıcısı olan, hırsızı bol ülkemde yine de biz nasıl ayakta kalabiliyoruz diye.

Dün gece anladım ki; annem gibi vicdanlı, tam da 5 yıl önce Alevilerin kutsal Hızır Ayı kabul ettikleri yine böyle oruçlu bir günde (13 Şubat gecesi) kaybettiğimiz babamın bize telkiniyle “Size bir adım atana siz 2 adım gidin, size bir çay ısmarlayana siz yemek yedirin. Haram bir kez kursağa girerse bir daha çıkmaz” diyen Sabit Karakoyun gibilerin vicdanı, vefası, iyiniyeti kurtarıyormuş meğer.

Yoksa; masasında envahi çeşit kahvaltılık varken çeyreğini dahi yemeden çöpe gönderen, göbeği yediği haram lokmadan göğüs kafesini zorladığı halde doymayan, artık evde koyacak yer kalmayıp kolundaki bilezikleri üstünde taşıyan, deprem bölgesindeki insanlara ulaştırılacak yardım malzemesini dahi çalıp istifleyen, böyle bir anda dahi evlere girip “AFAD ekibiyiz, evlerinizi boşaltın. Daha büyük bir deprem olacak” diyerek insanlar dışarı kaçışırken evden eşya çalan, deprem bölgesinden fotoğraf paylaşıp kişisel hesap numarasını vererek mağdurlar adına yardım isteyen, market yağmalayan, suyu-battaniyeyi vs…yi  üç-beş katı fiyata satan bunca vicdan yoksunlarına rağmen ayakta kalabilir miydi ki bir ülke? Bu sefillere rağmen; bir doğanın adaleti, bir de anam-babam gibilerin vicdanı henüz sarılacağımız dalımız olarak kalmış ellerimizde.

Son niyetine; Elimizde çok olmasa da, sunacağımız katkılar varken, “Acaba depremzedelere ulaştırılır mı?” kaygısıyla bizim insani duygularımızı ve hayırseverliğimizi ellerimizden milim milim alan bazı alçaklar, bilmelisiniz ki hayat o denli öğretici ki, yaşattığınızı yaşamadan göçüp gitmezsiniz bu dünyadan. Bu nedenle; çevrenize bakın bir hele, rızk çalanın, haram yiyenin, dolandırıcının, mafya babalarının, uyuşturucu baronlarının hiç huzurla yedikleri bir lokmaları olmuş mu? Kusa kusa yol alan bunca örnek gözünüzün önünde ama beyin gözünüz kapalı, neyleyelim…

Gazete olarak bize soruyorsunuz, yardımları nasıl yapalım diye.  Bu çaresizlik duygunuzu anlıyorum ama yine de bir şeyler yapmalı böyle zamanda. Bir adres veremem ki sizlere…Sadece; Lütfen iyi irdeleyin, deprem fırsatçıları türedi ona dikkat ederek katkı sunun diyebilirim...

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *