Belediye Başkanı Alp Kargı, Belediye Meclis Üyeleri, Yeniden Refah Partisi Amasya İl ve İlçe Teşkilat Yöneticileri ile vatandaşların da dinlediği söyleşide konuşan Prof. Dr. Doğan Aydal, son yıllarda küresel gündemi sıkça meşgul eden iklim değişikliği tartışmalarının bilimsel verilerden çok siyasi ve ekonomik çıkarların gölgesinde şekillendiğini ifade ederek, “Özellikle Batı merkezli kuruluşların yönlendirmeleriyle hazırlanan raporlar, ülkelerin politikalarını derinden etkiliyor. Türkiye de bu süreçte, uluslararası anlaşmalara imza atarak iklim politikalarını belirlerken, acaba gerçekten kendi çıkarlarını mı koruyor yoksa küresel bir yanılgının parçası mı oluyor?” dedi.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi kurumların geçmişteki hatalı ve abartılı uyarıları, bugün iklim krizinin manipülatif bir araç olarak kullanılabileceği şüphelerini de beraberinde getirdiğini dile getiren Prof. Dr. Doğan Aydal, kuş gribi ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi gibi vakalarda yaşanan aşırı tedbirler ve gereksiz itlaflar, benzer senaryoların iklim politikalarında da tekrarlanabileceğine dair endişeleri artırdığını söyledi.

Prof. Aydal yaptığı konuşmanın devamında; “Biz Dünya’da bilinen bazı kuruluşlardan herhangi bir rapor ortaya konulduğunda bu raporu olduğu gibi doğru olarak kabul edip o doğrultuda icraata geçen bir ülkeyiz. Dünya Sağlık Örgütü de( DSÖ-WHO) bu kuruluşların başında gelmektedir.
Bir ara Kuş gribi var denilerek milyonlarca kanatlı hayvanı itlaf etmedik mi? Peki gerçek neydi? İlk defa 1997 yılında Hong Kong'da ortaya çıkan kuş gribi (Avian Influenza), 2003-2008 yılları arasında dünya genelinde 192 kişinin ölümüne neden olmuştur. Türkiye’de öldüğü iddia edilen kişi sayısı ise sadece dört olmuştur. Bu arada böyle bir tehlike(!) varken Türkiye’nin Manisa Tavuk Hastalıkları Araştırma Merkezi ve Kanatlı Aşısı Üretim Tesisleri kapatılma sebebi ise hiç anlaşılamamıştır. Manisa’nın komşu ili Balıkesir’de binlerce kanatlı kuşun 2005 yılında sebepsiz yere itlaf edilmesi de acı hatıralarımızın arasındadır.
Benzer şekilde kenelerin yol açtığı Kırım Kongo Kanama hastalığı da belli çevrelerce çok abartılmıştır. Bu hastalıktan Türkiye’de öldüğü ifade edilen kişi sayısı sadece 15’tir.
Dünya Sağlık teşkilatınca bölgesel bir hastalık denilerek göz ardı edilen AİDS’ten 1985’ten beri ölen sayısı yaklaşık 40 milyon kişidir. Dünya Sağlık örgütü, Afrika ve ABD başta olmak üzere kırk milyon kişinin AİDS’ten ölmesini Pandemi saymamış, bölgesel, epidemic (yersel) bir hastalık olarak adlandırılmıştır.

Dünya’daki herkesi evine kapatan COVID 19 pandemisinde ölen sayısı ise 13 Nisan 2024’e kadar 7,010,681 kişidir. AİDS’e göre altı da bir ölüm vakası olmuşken COVİD 19 Pandemi sayılmış, ülkelerde hayat durdurulmuştur.
Yukarıda ifade edilen birçok örnekten de görüleceği gibi DSÖ, arzu ettiği bilgiyi abartarak ortaya koyarken, bazı bilgileri de normal bir olaymış gibi ifade etmektedir.
COVİD virüsüne karşı üretilen aşılar da başka bir problem olarak karşımızdadır. Genç yaşta kalp krizleri olmak üzere birçok farklı hastalığın sebebinin bu aşılar olduğu sıkça konuşulan haberler arasındadır.
Benzeri bir durumun Küresel Isınma söyleminde de ortaya çıktığı görülmektedir. Bu noktada eldeki verilerden ortaya koyup takdiri değerli okuyuculara bırakacağız.
Bu çalışmanın esas amacı, konuyu birçok farklı açıdan inceleyerek gerçekleri olduğu gibi ortaya koyma çabasıdır. Küresel ısınmanın temel sebebini insanların enerji üretimleri sebebiyle çevreyi kirlettiğine bağlayarak farklı anlatım teknikleri ile gelişmekte olan ülkeleri soymaya çalışan emperyalist güçlerin tuzaklarını gün yüzüne çıkarmaktır.
Bu çalışma ile insan faaliyetlerinin en çok bulunduğu Kuzey Yarımküre’de ozon tabakasının delinmediği, esas delinmenin insan yoğunluğu ve faaliyetlerinin en az olduğu Güney Yarımküre’de Antartika kıtasının üzerinde gerçekleştiği gösterilecektir.
Benzer şekilde atmosferdeki karbondioksit artışının ve azalışının, kutuplarda yapılan sondajlardan elde edilen karotların incelenmesi sonucu Dünya’nın geçmiş 800.000 yıllık tarihinde defalarca tekrarlanan bir gerçek olduğu da ortaya konulacaktır.
Küresel ısınma hesapları yapılırken aktif volkanların yaydığı gaz ve su buharlarından hiç bahsedilmediğini, son 174 yılda gerçekleşen 441 volkan patlamasının ve çıkardığı gazların (özellikle su buharı ve SO2 gazı) göz ardı edildiğini, hatta bunların 246’sının, ısı artışı var diye Birleşmiş Milletler’in çeşitli projeler hazırladığı 1980’den sonra oluştuğunu da ortaya koyacağız.
Atmosfer kirliliğine sebep olan Kloroflorokarbon (CFC), kükürt hekzaflorür (SF6) ve perflorakarbonlardan (PFC) neden hiç bahsedilmediğini, bunların ayrı tutularak Montreal sözleşmesi içine konmasının sebeplerini de anlatacağız.
Bunlara ek olarak yakılan, kesilen ormanlar sebebiyle kaybedilen 180 milyon hektar (bir milyar 800 milyon dönüm) ormanlık arazinin yakılmasının ve/veya kesilmesinin oluşturduğu olumsuz durumların da dikkate alınmadığını ortaya koyacağız.
Küresel yalanlardan birinin de kuraklık üzerine olduğunu anlatacağız. Yağmurların düzensiz olması, belli bir yerde yağmurların yağmamasının küresel güçlerin yeni bir silahları olduğunu ve insan eliyle müdahalelerin olduğunu göstereceğiz.
Bütün bunlar göz önündeyken önce Kyoto, daha sonra Paris İklim sözleşmelerinde gelişmekte olan ve fakir ülkeler için ne gibi ekonomik tuzaklar kurulduğunu da anlatmaya çalışacağız.

BOZULDUĞUNU İFADE ETTİĞİMİZ ATMOSFERİMİZ
Atmosferimizdeki Gazlar nelerdir?
Nefes aldığımız Atmosferimizde % 78 azot, % 21 oksijen, % 0,9 argon ve sadece yaklaşık % 0,1 doğal sera gazlarından oluşur. Küçük bir miktar olmasına rağmen, bu sera gazları büyük bir fark yaratır. Su buharı (H2O), karbondioksit (CO2), Diazot monoksit( nitröz oksit) (N2O), metan (CH4) ve ozon (O3) başlıca doğal sera gazlarıdır. Bunlara ek olarak insanların ürettiği sera gazları da vardır. Hidroflorokarbonlar, perflorokarbonlar, kükürt hekzaflorürler bunlardan en bilinenleridir. Bu gazlar genelde klima ve soğutmada, yalıtım köpükleri üretiminde, çözücü ve itici gaz olarak kullanılırlar. Bir başka deyişle milyarlarca evde bulunan buzdolabı ve klimalarda, milyarlarca araçtaki klimalarda bu gazlar kullanılmıştır. Çok daha da vahimi milyarlarca kişinin kullandığı traş köpüğünden spreylere, parfümlerden haşere öldürücülerine kadar da bu gazlar halen kullanılmaktadır.

“Sera Etkisi” ve “İnsan kaynaklı Sera Gazlarının Etkisi” Aynı Şey Değildir
SERA ETKİSİ doğal bir olaydır. Sera etkisi Dünya’mızı yaşanabilir kılan faydalı bir etkidir. Sera gazları, Dünya'nın yüzeyi, atmosferi ve bulutları tarafından yayılan kızılötesi radyasyon spektrumu dahilinde belirli dalga boylarındaki radyasyonu emen ve yayan, atmosferin hem doğal gaz hâlindeki bileşenleridir. Bu özellikleri nedeniyle, sera etkisine neden olurlar. Dünya'nın ikliminden bahsederken, sera etkisi, metan, karbondioksit ve su buharı gibi atmosferik sera gazlarının, Güneşten Dünyamıza gelen kızılötesi, ultraviyole veya termal radyasyonun Yerküre tarafından emilmesi sebebiyle gezegenin yüzeyinin ısınmasıdır. Bu ışınlardan bir kısmı yüzeyle temas ettikten sonra atmosfere doğru tekrar yayılırlar. Bu, herhangi bir insan kaynaklı sera gazı yayılımı (emisyonu) olmadan doğal olarak gerçekleşir; sera etkisinin varlığı, yüzeyi yaşanabilir bir sıcaklıkta tuttuğu için yaşanabilir bir Dünya'nın hayati bir ihtiyacıdır. Sera etkisi olmasaydı Dünya’mız ortalama sıcaklığı yaklaşık -18 ° C olan çok daha soğuk olacaktı. Durum böyle olsaydı, Dünya'daki su donardı ve bildiğimiz gibi yaşam olmazdı. Yaşanabilir Dünya'nın ortalama sıcaklığı yaklaşık 15 ° C'dir.
“İnsan kaynaklı sera etkisi” ise, insanların, endüstriyel üretim, enerji üretimi, ısınma, ormanları yok etme ve benzeri faaliyetlerinden atmosfere salınan başta karbondioksit, metan, CFC, PFC’ler olmak üzere daha yüksek miktarda sera gazının yayılımı sonucu olarak Dünya yüzeyinin artan ısınmasını ifade eder. Isınmaya sebep olmalarının temel sebebi bu maddelerin moleküllerinin atmosferdeki konsantrasyonlarının artması sebebiyle yeri ısıttıktan sonra yerden yayılarak uzaya geri dönmesi gereken ultraviyole, kızılötesi ışınlar gibi ışınların bir kısmını tekrar Dünya yüzeyine yönlendirmeleridir. Bunun sonucu olarak Yerküre ve Okyanuslar olması gerekenden daha fazla ısınmaktadır. Bu gazların miktarı arttıkça geri dönen yayılımların miktarı da artmaktadır” ifadelerini kullandı.