SUÇLU KİM 2
- Nee, tazminatı mı verdin! Sen işten mi ayrıldın? Kızım sen salak mısın? O iş senin için bulunmaz bir nimetti. İstanbul gibi yerde herkesin arayıp da bulamayacağı bir nimetti. Biraz evli kalsaydın, tanısaydın çocuğu, emin olsaydın öyle bıraksaydın işini gücünü. Tüü senin yüzüne!.. Bir de biriktirdiğin paraları mı verdin, üç günlük tanıdığın birine diyerek, veryansın ediyordu ablası. Vah vah tüh tüh, dizlerine vuruyordu. Kaç para verdin kız?
- İşte bir ev alacak kadar. Üzerine biraz daha katacak bize ayrı ev alacak. Annesiyle oturmak istemiyor.
-Tüü, sen de inandın mı!
- Yeter abla yeter! O benim kocam olacak kocam diyerek, bağırıyor Suna!..
Bütün beklemelere rağmen damat kuförden gelini almaya gelmedi.
- Abla, abimi ara. Abimin arabasını gelin arabası yapalım.
- Kızım sen delirdin mi, abinin arabası gelin arabası olur mu? Abin hayatta kabul etmez.
- Nasıl kabul etmez? Mecbur kabul edecek. Hasan'ın başı ağrıyormuş de. Gelir abim.
- Hey Allah'ım sen benim aklıma mukayyet ol, diyerek telefon etti, ablası.
- Aloo, Mert! Hemen arbayı al gel, kuöfere.
- Niye?
- Damat gelmedi. Gelin arabası yok. Senin arabayı gelin arabası yapacağız.
- Ne diyorsun sen abla, delirdiniz mi siz? Damat yoksa, Suna gelsin eve. Böyle düğün mü olur ya! Bugün kuaförden almaya gelmeyen zübük, yarın aç bırakır bu kızı.
- Hemen gel diyorum diyerek, telefonu çat kapattı ablası.
Az sonra Mert geldi. Köpürüyor, açıyor ağzını, yumuyor gözünü! Ne yapsa Suna'yı ikna edemiyor! Mert arabasını çiçekçide süsletti. Gelin arabası hazır. Gelini aldık salona geldik.
Saat dokuza geliyor, damat hâlâ ortada yok. Orkestra haber salıyor gelin odasına. "Gelinle damat gelsin artık." Davetliler salonu hıncahınç doldurdu. Meraklı gözlerle, gelin ve damadı bekliyorlar. Ablasıyla ben, çaresiz ellerimizi ovuşturup duruyoruz. Nedense damat tarafından hiç kimse yok, damadın ablası, babası ve annesinden başka.
- Suna damat tarafından kimse yok. Bunların hiç konu komşusu, akrabası yok mu, dedim?
- Yurt dışında da düğün yapacağız, ondan çağırmamışlardır deyip geçiştirdi, Suna.
Gelin'in annesi ve damadın annesi, gelen davetlileri karşılıyor, kapıda. İkide bir gidip soruyorum annesine;
- Damat nerde kaldı?
- Geli gelir diyor, annesi.
Ablası;
- Bu böyle olmaz gidip orkestraya söyleyeceğim, damat hastalanmış gelemiyor, düğünü erteliyoruz, diyeceğim.
Suna;
- Hayır abla, hayır! Gelecek diyorum, içime doğuyor.
- İçine ettirme, yeter! Rezil olduk millete görmüyor musun diyor, ablası. Damatsız gelin mi olur. Bu düğün olmaz. Bu çocuktan sana koca olmaz, anlasana artık!
- Yeter abla yeter, en mutlu günümde bana bağıramazsın! Gelecek diyorum, gelecek diye feryat ediyor, Suna...
Bir kaç dakika sonra damat elini kolunu sallaya sallaya geldi. Saç baş dağınık, belli ki elini yüzünü bile yıkamamış. Göz kenarlarında çapak görünüyor. Üzerinde mavi ütüsüz bir gömlek, açık mavi bir kot pantolon, üzeri tozlu kahver rengi bir ayakkabı...
- Sevgilim nerde kaldın deyip, sarıldı Suna.
- Akşam biraz fazla kaçırmışım sevgilim, ancak kalkabildim.
- Tamam sevgilim! Hadi salona geçelim.
Suna mutlu, heycanlı damat geldi ya, ağzı kulaklarında. Piste doğru ilerlerken gözleri parlıyor Suna'nın. Kuyruğu yerleri süpüren gelinliği ile kuğu gibi süzülüyor...