“Çocuklarda Özgüvenin Sessiz İnşası”
Çocuğun iç dünyası, çoğu zaman yetişkinlerin sandığından çok daha gürültülü, çok daha karmaşık bir yerdir. Yüzüne yerleştirdiği o taze gülümsemenin ardında, henüz adını koyamadığı kaygılar, tereddütler ve kendine dair söyleyemediği cümleler saklıdır. Bir çocuğun özgüveni, işte bu görünmez kıvrımlar arasında büyür. Bazen bir sabah güneşinin aydınlattığı odasında, bazen okul bahçesinin köşesinde, bazen de kimsenin fark etmediği bir gecenin sessizliğinde.
Özgüven eksikliği çoğunlukla bir anda ortaya çıkan bir durum değildir. Birikerek, kimi zaman masum görünen küçük sarsıntıların üst üste gelmesiyle kendini gösterir. Çocuk, bir yetişkinin tek bir cümlesinde, arkadaşının kayıtsız bakışında ya da başaramadığı bir ödevin sayfalarında kendisine dair bir hüküm çıkarır. Bu hükmü kelimelere dökmez belki, ama içten içe kabul eder: “Demek ki yeterli değilim.” O andan sonra hayat, bir prova alanına dönüşür. Çocuk, her davranışında onay arayan, her adımda tökezlemekten korkan gizli bir oyuncuya dönüşebilir.
Oysa çocukların doğasında cesaret vardır. İlk adımlarını atarken yere düşeceklerini bilmezler, bilseler bile umursamazlar. Parmaklarının arasında tuttukları bir boya kalemiyle dünyayı değiştirebileceklerini zannederler. Bu yanılgı değil, bir iç kudretin filizidir. Fakat bu kudret korunmazsa, çocuğun kendiyle konuşma biçimi zamanla yaralı bir sese dönüşebilir.
Özgüvenin gelişimi, çocuğa gösterilen aynaların niteliğiyle yakından ilişkilidir. Yetişkinler sadece davranışlarıyla değil, sessizlikleriyle bile çocuklara kendilerini nasıl görmeleri gerektiğini öğretir. Bir başarısızlığın ardından uzatılan sakin bir el, bir hatanın ardından duyulan anlayışlı bir nefes, çocuğun içindeki küçük kıvılcımı yeniden canlandırabilir. Aynı şekilde, küçümseyen bir bakış ya da sabırsızca söylenmiş bir kelime, o kıvılcımı kolayca söndürebilir.
Çocukların güvenini büyüten şey, kusursuzluk arayışı değil, onları oldukları hâl ile kabul eden bir dünyanın mümkün olduğuna dair inançtır. Bir çocuğun yaptığı resme bakıp “Ne güzel bir kuş yapmışsın,” demekle, “Bu kuş değil, yanlış çizmişsin,” demek arasındaki fark sadece dilsel değildir. Onun gelecekte kendine nasıl davranacağını belirleyen sessiz bir derstir. Çünkü bir süre sonra çocuk, başkalarının ona söylediği cümleleri kendi iç sesine dönüştürür.
Bazen özgüveni besleyen şey, çocuğun hatalarına yer açmaktır. Düştüğünde hemen kaldırmak değil, kalkabileceğine dair güveni içinde uyandırmaktır. Hayatın her aşamasında karşılaşacağı engelleri aşabilmesi için ihtiyacı olan, kusursuz bir yol değil, kendi yolunu açabilecek gücü taşıdığına inanmasıdır. Bu inanç, ona dışarıdan verilen bir hediye değil, içeride yeşerdiğinde gerçek anlamına kavuşan bir köktür.
Elbette her çocuk aynı değildir. Kimi daha sessizdir, kimi kendini kolayca ortaya koyar. Bazıları dünyayla temkinli bir mesafe kurarken, bazıları her yeni deneyime coşkuyla atlar. Fakat hepsinin ortak bir isteği vardır: Görülmek. Duyulmak. Varlıklarının bir anlam taşıdığını bilmek. İşte özgüven, tam da bu görülme hâlinin gölgesinden doğar. Bir çocuğun omzuna konan sıcak bir el, zorlandığı bir anda duyduğu “Denemeye devam edebilirsin,” cümlesi, yıllar sonra bile içten içe yankılanacak bir güçtür.
Çocuklarda özgüvenin gelişimi, büyük sözlerin değil, küçük anların işidir. Bir sabah giydiği çorapları kendi başına seçmesi, ilk kez tek başına bir arkadaşının kapısını çalması, evin içinde yankılanan utangaç bir şarkıyı tamamlaması… Tüm bunlar, kendi varlığını adım adım kurduğu sessiz başarılardır.
Özgüven, en çok büyümeye başladığımız yerde değil, küçük kalabildiğimiz anlarda şekillenir. Bir çocuğun içindeki o narin ama dirençli çekirdek, sevgiyle yoğrulmuş bir dünyanın içinde kök bulur. Yetişkinlerin görevi ise ona gölge etmek değil, güneş olabilmektir. Karanlığı kovmak için değil, ışığın zaten onda var olduğunu hatırlatmak için.
Sevgilerle,
Ayşe Can
Takip etmeyi unutmayın!
E-mail: [email protected]
Web Sitesi: https://birazayse.blogspot.com
Sosyal Medya: @biraz_ayse (Ayşe Can)
