Zorbalık: Çocukların Ruhundaki Sessiz Çatlaklar
Zorbalık, çocukluk dünyasının en karanlık gölgelerinden biridir. Sadece okul koridorlarında veya oyun alanlarında yaşanan bir olay değildir; aslında çok daha derinlere kök salmış, yetişkinlerin dünyasından çocuklara taşınan bir yara gibidir.
Çocukların birbirlerine uyguladığı zorbalık, çoğu zaman “kendi başına gelişen” bir olgu gibi algılansa da aslında ardında aileden, toplumsal normlardan ve yetişkinlerin davranışlarından beslenen bir kültür vardır.
Bir çocuk, zorbalık yapıyorsa, çoğunlukla bunu bir yerlerde öğrenmiştir.
Belki evde gördüğü otoriter ve şiddet içeren tutumlar, belki yetişkinlerin aralarında kullandığı dil ve davranış biçimleri, onun dünyayı anlama ve kendini ifade etme biçimini şekillendirir. Aile, çocuğun kişiliğinin temel taşlarını döşerken, bazen farkında olmadan zorbalığa zemin hazırlayan tutumlar geliştirebilir. Bu bilinçli ya da bilinçsiz tutumlar, çocuğun kendini güçlü hissetmek için başkalarını ezme yoluna gitmesine neden olabilir. Çünkü çocuk, “güç” kavramını bazen korku, kontrol ve üstünlükle özdeşleştirir.
Zorbalığın en görünür yüzü, fiziksel şiddet olabilir. Ancak onu sadece kırılan kollar, çürüyen dişler veya moraran bedenler olarak görmek eksik olur. Çünkü zorbalık, çoğu zaman ruhun derinliklerinde açılan yaralarla şekillenir. Hakaret, dışlanma, alay, tehdit ve küçümseme gibi psikolojik zorbalık biçimleri, çocuğun benlik saygısını paramparça eder. Bu yaralar, çoğu zaman görünmez olduğu için fark edilmez, ama ruhun en hassas köşelerinde derin çatlaklar oluşturur.
İlginç olan ise, zorbalık yapan çocukla zorbalığa maruz kalan çocuğun ruhlarında benzer kırılmaların yaşanmasıdır. Zorba çocuk, aslında kendisi de bir yerlerde acı çekmekte, bir şekilde incinmektedir. Kendi iç dünyasındaki boşlukları ve korkuları başkalarını ezerek örtmeye çalışır. Öte yandan, zorbalığa maruz kalan çocuk ise güven duygusunu yitirir, kendini değersiz hisseder ve bazen bu ağır yükle yaşamaya devam etmek zorunda kalır.
Bu açıdan zorbalık, sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir yaradır. Onu sadece cezalandırmak veya engellemek değil, nedenlerini anlamak ve köklerinden çözmek gerekir. Aileler, yetişkinler, toplum ve biz öğretmenler olarak bu sorumluluğu üstlenmeliyiz.
Çocuklara sevgiyle yaklaşmalı, empatiyi öğretmeli, güçlü olmak için başkalarını ezmenin değil, anlayış ve saygı göstermenin önemini vurgulamalıyız.
Unutmamalıyız ki, çocuklar biz yetişkinlerin aynasıdır.
Onların dünyasında büyüyen her iyi değer, gelecekte daha barışçıl ve adil bir toplumun temel taşlarını oluşturur. Zorbalıkla mücadele etmek, aslında kendi iç dünyamızdaki şiddetle, tahammülsüzlükle ve sevgisizlikle yüzleşmektir.
Çünkü ne zaman ki çocukların ruhlarındaki çatlakları onarır, onları sevgi ve saygıyla kuşatırız, işte o zaman zorbalığın karanlık gölgesi hafifler ve geleceğe dair umut ışıkları yeniden parlar.
Sevgilerimle,
Ayşe Can
Takip etmeyi unutmayın!
E-mail: [email protected]
Web Sitesi: https://birazayse.blogspot.com
Sosyal Medya: @biraz_ayse (Ayşe Can)
