
“Sabır: Unuttuğumuz Güç”
Eskiden büyüklerimizin dilinde sıkça duyduğumuz bir söz vardı:
“Sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır.”
"Sabır güçtür, ama güzel sonuç verir." anlamına gelen bu atasözü bugün, nostaljik bir masal gibi kalıyor kulağımızda. Ne sabrın acısına tahammülümüz kaldı ne de o meyvelerin tadına ulaşacak sabrımız. Daha kötüsü sabırsızlık artık sadece bir ruh hali değil; bir yaşam biçimi oldu. Ve bu yaşam biçimi hem biz yetişkinleri hem de çocuklarımızı yavaş yavaş içten içe tüketiyor.
Günümüzde her şey "hız" üzerine kurulu. Yemeği pişirmek yerine sipariş ediyoruz, kitabı okumak yerine özetine bakıyoruz, bir şeyi öğrenmek yerine videolarla geçiştiriyoruz.
“Anında sonuç” çağındayız.
Ve ne yazık ki sabırsızlık, artık bir kusur değil, neredeyse bir hak gibi görülüyor.
Beklemek zulüm gibi geliyor. Beş saniyelik reklama bile tahammül edemiyoruz. Kargo bir gün geç gelse, firmayı şikâyet ediyoruz. İnternet sayfası yarım saniye geç açılsa, başka siteye geçiyoruz.
Bu kadar “hemen şimdi” odaklı yaşarken, çocuklara sabretmeyi nasıl öğretebiliriz?
Çocuklarımız dünyaya geldiği andan itibaren “hazır” bir sistemin içine doğuyorlar.
Ağlıyor – hemen emzik, hemen mama.
Sıkılıyor – hemen telefon, tablet.
Bir şey istiyor – hemen alınıyor.
Sonra da yakınıyoruz: “Bu çocuk hiç sabretmeyi bilmiyor.”
Oysa “sabır”, öğrenilen bir şeydir. Ve çocuklar, bizden öğrenir.
Bizler, onlara beklemeyi, istemenin de bir süreci olduğunu, her istediğinin hemen olmayabileceğini anlatmıyoruz.
Trafikte öfkeyle direksiyona vurduğumuzda,
Alışveriş sırasında sabırsızca homurdandığımızda,
Sırada beklerken sürekli saate baktığımızda...
Unutuyoruz!
Onlar izliyor, kaydediyor ve aynısını yapıyor.
Sabırsızlık bulaşıcıdır. Ve en çok da en savunmasız olanlara bulaşır: Çocuklara.
Bugünün insanı, çocuk ya da yetişkin fark etmeden, sanki her şeyin sınırlarını zorlamayı özgürlük sanıyor.
Her şeyi hak ettiğimize inanıyoruz.
Her isteğimiz gerçekleşmeli, her duamız hemen kabul olmalı.
Ama hayat böyle işlemiyor.
Hayat, zamanı geldiğinde verir; bazen de hiç vermez.
Sabır, insanın ruhunu dirençli kılan bir sigortadır.
Bekleyebilen, hayal kırıklığına karşı da dirençli olur.
Sabırsız insan ise çabuk vazgeçer, çabuk kırılır, çabuk tükenir.
Modern dünyada sabırlı olmak bazen “pasiflik” ya da “zayıflık” gibi algılanıyor.
Sanki sabır, boyun eğmekmiş gibi...
Oysa sabır, gerçek anlamda “güçlü” olanların erdemidir.
Öfkesini tutabilen, hırsını dizginleyebilen, zamanın akışına güvenebilen insan, güçlüdür.
Kendi nefsine “hayır” diyebilen insan, gerçekten özgürdür.
Çocuklarımıza verebileceğimiz en büyük hediyelerden biri, sabırlı olmayı öğretmektir. Beklemenin kıymetini, emekle gelen şeylerin gerçek değerini anlatmaktır.
Ama bunun için önce kendimize dönüp bakmalıyız.
Peki Nereden Başlamalıyız?
Belki bir dahaki sefere trafikte sinirlenmek yerine derin bir nefes alarak…
Belki marketteki sırada beklerken telefona sarılmak yerine bir tebessümle çevremize bakarak…
Belki çocuğumuz bir şey istediğinde hemen vermek yerine, “Şimdi değil, beklemeyi öğrenelim” diyerek…
Küçük adımlarla başlarız.
Ama sabır da zaten küçük adımların büyük zaferidir.
Sabırsızlık, içimizde yavaş yavaş büyüyen bir tüketim yangını. Hem bizi hem yetiştirdiğimiz nesli aceleyle tüketiyor. Oysa sabır, zamanla birlikte hareket etmenin adıdır.
Her şeyin hemen olmasını isteyen bu çağda, biraz durup beklemeyi öğrenmek, belki de en büyük devrimdir.
Ve sormadan edemiyorum:
Her şeye hemen sahip olunca gerçekten daha mı mutlu oluyoruz?
Sevgilerle.
Ayşe Can
Takip etmeyi unutmayın!
E-mail: [email protected]
Web Sitesi: https://birazayse.blogspot.com
Sosyal Medya: @biraz_ayse (Ayşe Can)