
“Korkuların Yaşı Yok”
Geçtiğimiz günlerde, kendi yazdığım çocuk kitabı “Benim Adım Cesur” üzerine düşünürken, kendimi tuhaf bir hayalin içinde buldum. Kitabın ana karakteri olan küçük Cesur’la karşılıklı oturmuş, elimizde çikolatalı sütlerle sohbet ediyorduk. O beş yaşında, ben kırklı yaşlarımda bir yetişkinim. Ama sohbet ilerledikçe fark ettim ki, yaşımız ne kadar farklı olursa olsun, korkularımız şaşırtıcı biçimde birbirine benziyor.
Cesur bana dönüp dedi ki:
“Ben korkuyorum… Karanlıktan, canavarlardan, annemi kaybetmekten.”
Ben de başımı hafifçe eğip şöyle dedim:
“Ben de korkuyorum, Cesur… Sevdiklerimi kaybetmekten, insan kılığına girmiş canavarlardan, zamanla karanlığa sürüklenen bu dünyadan…”
Bir süre sessiz kaldık. O minik hortumuyla bardağını kavrarken, ben derin düşüncelere daldım.
Biz yetişkinler, çocuklara korkularını bastırmamayı, duygularını hafife almamayı öğretmeye çalışıyoruz. Ama kendi korkularımıza gelince… onları yok sayıyoruz ya da üzerini örtüyoruz.
Sanki büyümek, her şeyin ilacıymış gibi... Oysa çoğu zaman korkular sadece biçim değiştiriyor.
Yatağın altındaki canavar, ilerleyen yaşlarda sokakta, haberlerde, bazen de en yakınımızda insan yüzüyle karşımıza çıkıyor.
Kaybolan oyuncakların yerini kaybedilen insanlar alıyor.
Karanlık odalar, yerini karanlık düşüncelere bırakıyor.
Ama bugün bir başka karanlık daha var: Günümüz dünyasının her gün biraz daha ağırlaşan karanlık yüzü.
Savaşlar, yoksulluk, şiddet, göç, çevre felaketleri…
Sosyal medyada her gün karşımıza çıkan acı hikâyeler…
Biz yetişkinler bunları anlamlandırmak için bilgiye, deneyime, filtrelere sahibiz belki.
Ama ya çocuklar?
Onların da gözlerinden kaçmıyor.
Anlamlandıramasalar da hissediyorlar.
Konuşulmasa da anlıyorlar.
Ve her geçen gün, daha fazla çocuk, yaşının kaldıramayacağı kadar büyük yükler taşıyor. Taşımak zorunda kalıyor…
Bir zamanlar yalnızca hayal gücüyle şekillenen “canavarlar”, artık ekranlardan, okul koridorlarından, sosyal medyadan ve hatta gerçek hayatın içinden çıkıp geliyor. Üstelik sadece karanlıkta değil; gün ışığında da çocukların karşılarına dikiliyorlar.
Biz çocuklara “Korkma” diyoruz. Ama dünya, onlara her gün yeni bir korku fısıldıyor.
Ve bazen bu fısıltılar, çığlık kadar sarsıcı olabiliyor.
Cesur beş yaşında; ben kırklı yaşlarımdayım. Aramızda yıllar var.
Hayatlarımız, deneyimlerimiz, kelimelerimiz farklı.
Ama anlıyorum ki: Korkuların yaşı yok.
Belki de mesele, korkusuz olmak değil.
Korkuyla yaşamayı öğrenmek…
Korkularımızdan utanmamak, onları bastırmamak, hatta başkalarının korkularına da kulak verebilmek…
Çünkü bazen bir çocuğun fısıldadığı bir cümle, bir yetişkinin içine ayna tutar.
Ve bazen… bir kitap karakteri, yazarının en derin yaralarına dokunur.
Sevgilerle.
Ayşe Can
Takip etmeyi unutmayın!
E-mail: [email protected]
Web Sitesi: https://birazayse.blogspot.com
Sosyal Medya: @biraz_ayse (Ayşe Can)