reklam
reklam
41,2765 %0,26
48,3719 %0,46
4.769,11 % 0,28
111.144,01 %0.565
AMASYA
00:00:00
Öğle vaktine kalan
Amasya
Açık
20°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

“Bir Kitap, İki Yorum, Tek Akıl”

YAYINLAMA:

Benim büyüdüğüm evde kitaplar hep vardı. Babam her zaman kitap okurdu, bir sürü kitabı vardı. Çocuk aklımla, önce onun ne okuduğunu merak etmeye başladım. Ardından kitapların kapakları dikkatimi çekti. Okumayı öğrendikçe benim de kitaplarım oldu. Sayfalarında bambaşka dünyaları keşfettikçe, kitaplara âşık oldum. Okudukça daha çok kitaba sahip olmak istedim.

Belki de çocukluğumun yalnız saatlerinde kitaplar bana dost oldular… Hangisi daha ağır bastı bilmiyorum. Ama şundan eminim: Kitaplar yalnızca hikâyeler anlatmaz; düşüncelerimizi, dünyaya bakışımızı hatta kim olduğumuzu bile şekillendirir.

Ortaokul yıllarımda, siyasi bir lideri konu alan bir kitap okumuştum. Yazar, bu kişiyi açıkça destekliyor, anlatımında tarafını gizlemiyordu. Kitabı bitirip, babamla üzerine konuştuğumuzda, bana şuna benzer bir şeyler söylemişti:

“Şimdi bir de aynı kişi hakkında yazılmış şu kitabı oku. Bu yazar onun destekçisi değil. Sonra ikisini karşılaştır ve düşün. Hangisi senin duygu ve düşüncelerine uygun? Kim, nerede hatalı, kim nerede haklı? Ama mutlaka kendi aklınla karar ver.”

O anda ne demek istediğini tam olarak kavrayamamıştım. Ne taraf olmanın ne düşünmenin ne de eleştirel okumanın anlamını tam idrak edebiliyordum. Ama babamın o sözü, içimde bir kapıyı araladı. O günden sonra hiçbir düşünceyi yalnızca kaynağından ötürü doğru kabul etmedim. Her yazıyı, her görüşü, her bilgiyi zihnimde evirip çevirdim. Karşılaştırdım, sorguladım, kendi aklımla bir yere varmaya çalıştım.

Bugün geriye dönüp baktığımda, o küçük sohbetin hayatımda ne kadar büyük bir etkisi olduğunu daha net görebiliyorum. Çünkü bir düşünceye körü körüne bağlanmak kolaydır. Zor olan, sevdiklerini bile sorgulayabilmektir. Kitaplar, yazarlar, fikirler… Her biri bir bakış açısı sunar. Ama asıl mesele, kendi bakış açını oluşturabilmektir.

Babamın bana o gün verdiği şey bir fikir değil, bir yöntemdi. “İki farklı bakış açısını oku, kendi doğrunu kendi aklınla bul.” İşte bu yaklaşım, beni ben yapan yapıtaşlarından biri hâline geldi. Yeri gelmişken: “Teşekkürler baba.”

Bugün ise bambaşka bir çağda yaşıyoruz. Bilgiye ulaşmak her zamankinden kolay ama ne yazık ki bilgiyi süzmek, doğruyu yanlıştan ayırmak bir o kadar zor. Fikirler artık birer “etiket” gibi dolaşıyor ortalıkta. İnsanlar bir düşünceyi anlamaya değil, hangi gruba ait olduğunu belirlemeye çalışıyor. Bu yüzden belki de bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; düşüncenin içeriğine değil, düşünmenin yöntemine saygı göstermek.

Günümüz çocuklarına ve gençlerine baktığımda, bazı konularda endişelenmeden edemiyorum. Bilgiye erişimleri sınırsız; internette birkaç saniyede istedikleri her şeyi bulabiliyorlar. Ancak çoğu zaman bu bilgileri sorgulamadan, eleştirel düşünmeden kabul ediyorlar. Sosyal medyada gördükleri kısa videolar, duydukları sloganik cümleler ya da popüler görüşler onların doğrusu haline geliyor. 

Ve en tehlikelisi de: “Bir düşünce onlara “yanlış” geliyorsa, hemen reddediyorlar. İçeriğine bakmadan, nedenini anlamaya çalışmadan…

Oysa düşünmek, bir fikre katılmakla başlar ama sorgulamakla derinleşir. Fikirlere karşı çıkmak kadar, desteklediğimiz düşünceleri de eleştirebilmek gerekir. Bu dengeyi kuramadığımız sürece, kendi aklımızla değil, başkalarının süzgeciyle yaşamaya devam ederiz.

Peki biz yetişkinler bu konuda ne yapabiliriz?

Her şeyden önce, çocuklara hazır doğrular sunmak yerine, sorular sormalarını teşvik etmeliyiz.

“Doğrusu budur” demektense, “Sence neden böyle?” demeliyiz.

Onlara karşıt fikirleri okumaları, izlemeleri için alan açmalıyız.

Farklı düşüncelerle karşılaştıklarında, savunmaya geçmeden önce anlamaya çalışmaları gerektiğini göstermeliyiz.

Ve en önemlisi, kendi fikirlerini oluşturabilmeleri için sabırlı olmalıyız.

Onların bizim gibi düşünmesini değil, düşünebilmelerini sağlamalıyız.

Ben babamdan bir düşünce mirası almadım. Ondan düşünmeyi, sorgulamayı, karşılaştırmayı ve nihayetinde kendi yolumu çizmeyi öğrendim. Belki de bu yüzden, bir kitabı okuduğumda artık yalnızca yazarın ne dediğine değil, neden öyle dediğine de kulak veriyorum.

Eğer biz de çocuklarımıza bu bakışı kazandırabilirsek, sadece okuyan değil, okuduğunu anlayan, yorumlayan, karşılaştıran ve en önemlisi kendi aklını kullanan bireyler yetiştirebiliriz.

Bugün 2025-2026 Eğitim-Öğretim yılının ilk ders günü.

Tüm öğrencilerimize başarılarla dolu bir yıl diliyorum.

Bol bol kitap okuyup yeni bilgiler keşfetmenizi, oyun oynamanın ve öğrenmenin keyfini doyasıya yaşamanızı umut ediyorum.

Yeni eğitim yılı hepimize ilham, azim ve mutluluk getirsin!

Sevgilerle.                                                            

Ayşe Can

Takip etmeyi unutmayın!

E-mail: [email protected]

Web Sitesi: https://birazayse.blogspot.com

Sosyal Medya: @biraz_ayse (Ayşe Can)

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *