İBOCAN İLE GÜLOCAN
Bir varmış, bir yokmuş! İğne deliğine urgan, karınca yuvasına yorgan sığar sığar iken. Pireler doluşup ahırda inek sağar iken, pirelerin başına şıpır şıpır yağmur yağar iken. Ala öküzden kara buzağı doğar iken...
Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Yan yürüdük, şaşı baktık. Bazı çamura battık, bazı kuru yere yattık.
Efendim lafı fazla uzatmayalım. Çok çok uzak bir ülkede öğretmenlere uzmanlık ve başöğretmenlik sınavı yapılırmış. Sınavı kazanan uzman ya da başöğretmen olur, kazanamayan aynı yerinde sayarmış. O ülkede aklı yetenler, "Bizim ülkemizde bir başöğretmen var zaten, (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK) ayrıca her öğretmen bir uzmandır" deyip, öğretmenlere sınav yapılmasına karşı çıksalar da, ellerinden bir şey gelmemiş. Çaresiz sınava girmişler. Bir de ne görsünler soruların hepisi birbirinden kolay! Şaşırıp kalmışlar bu durum karşısında! Sınavın ne amaçla yapıldığına bir türlü anlam verememişler. Bu sınava girenlerin hepsi de uzamanlık sınavını kazanmışlar. İbocan ile Gülocan; "biz zaten öğretmeniz, uzmanız. Nice sınavlardan geçtik, öğretmen olduk" diyerek, sınava girmeyi anlamsız bulmuşlar ve sınava girmemişler. Girmemişler girmesine ama düşündükçe düşünmüşler, kaşındıkça kaşınmışlar. Hangisi doğru hangisi yanlış, olayın içinden çıkamamışlar. Kafaları aşure kazanı gibi olmuş...
Öğrenci velilerini de bir tedirginlik kaplamış bu arada. "Ben çocuğumu uzman öğretmenin sınıfına veririm. Uzman olmayan öğretmen benim çocuğumu okutamaz" diyerek, uzman öğretmen arayışına girmişler. Öğretmenler arasında da bir sınıf çatışması baş göstermiş ülkede...
O gün sınava giremeyenler, ezildikçe ezilmişler, büzüldükçe büzülmüşler, süzüldükçe süzülmüşler...
Gökten üç elma düşmüş. Üçü de sınavı kazananların başına. Çekirdeklerini de sınavı kazanamayanların başına atmışlar.
İbocan ile Gülocan bol bol hava almışlar...
Masalımız burada sona erdi. Ekmeğiniz aşınız bol ola, sofralarınız dolu ola.