reklam
reklam
38,5992 %0.33
43,6545 %0.2
4.018,80 % 0,37
96.121,01 %-0.785
AMASYA
00:00:00
Akşam vaktine kalan
Amasya
Kapalı
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

ANADOLU'DA AÇMADAN SOLAN BİR GÜL -9-

YAYINLAMA:

Gül'ün kapıyı açmaması, hain Üsük emmiyi çileden çıkarmış, yedirememişti kendine. Avını yakalayamayan aç yaban hayvanları gibi  tosur tosur, ağzını yalaya yalaya, dolanıyordu evin içinde. "Ben gösterecem sana dünyanın kaç bucak olduğunu, bana garşı gelmenin bedelini ağır ödeyecen güçcük şeytan" diyordu, içinden. Hain planlar peşine düştü. Dursun'a haber saldı, "burada işler fena  garıştı, çok acele gelsin Dursun" dedi...

Gül bir çıkmazın içine düşmüştü. Neden Üsük emminin böyle hayvanca davrandığına akıl erdiremiyordu. "Ne istiyor koskoca adam" diyordu. Bu olanları Menevşe ablasına anlatmayı düşünüyordu. "Söylersem araları açılır, ben suçlu olurum," diye korkuyordu. Bir de; hep köylülerden duyduğu bir söz vardı: "Kancık yalanmazsa, erkek dolanmaz" deyip suçu kadına yüklüyorlardı. "Erkek bi şey yaptıysa kadında bir ışık görmüştür" diyorlardı.  "Ya Menevşe abla da öyle derse" diyerek, vaz geçti söylemekten. "Ah Dursun niye gelmedin, çabuk gel" diyordu içinden. "Denize düşen yılana sarılırmış" misali, Dursun'dan medet umuyordu, biçare.

Geceleri kabusa dönmüştü. Yıllarca Dursun kabus yaşatmıştı, geceleri. Okula kayıdını yaptırdığından beri iyi davranıyor, fazla üstüne gitmiyordu, Dursun. Okusun da aylığını alır bankada biriktiririm düşüncesindeydi. Dursun'un dini imanı paraydı. Kimseye bir kuruş koklatmazdı. O yüzden Gül'e fazla eziyet etmiyordu, son günlerde. "Ne çileli başım varmış" diyordu, içinden Gül.  Rengi sararmış, eli kolu tutmaz olmuştu. Ders filan da yapamıyordu. Okuldan gelince biraz uyuyor, gece sabaha kadar kapı arkasında avcının elinden kaçan av gibi, ürkek ürkek nöbet tutuyordu...

İki gün sonra Dursun geldi. Gül ne çok sevindi Dursun'u görünce. "Kabus bitti, artık rahat rahat uyuyabilirim dedi," içinden.

Dursun:

- Üsük emmi beni apar topar niye çağırdın, de hele? İşi gücü bıraktım geldim. Neyimiş bu gadar önemli mesele, kirayı ödediydim emme giderken? Mesele paraysa hemen vereyim dedi.

- Heç sorma Dursun, heç sorma dedi. Ne parası, ne parası! Neler oldu, neler! Ben daha neler görecemiş şu koca dünyada dedi,  pantolunun üstüne düşmüş şiş göbeğini  kaşıyarak. Burnunu kuvvetli bir şekilde çekti, boğazını temizledi, ağzını eliyle sildi, yalandan bir öksürdü:

- Sen gittin gideli, bu kız yoldan çıktı, elde avuçta tutabilene aşk olsun dedi, elindeki sarı tehbisini sallaya sallaya. Ben kendime laf getirtmem dedi, o kocaman ağzını açarak. Her konuştuğunda ağzından tükürük sıçrıyor. Gözleri pörtlüyor, kahve rengiye dönmüş dişleri iğrenç görünüyordu, ağzında. Benim iki gızım var, böyle bir şey görmedim. Aha bu var ya, bu senin garın; oğlanlarla fingirdeşiyo, mahalleliden utanır oldum, kimsenin yüzüne bakamıyom dedi, sarıya dönmüş pos bıyıklarını burarak. Mahallenin oğlanları peşinde, her akşam okuldan gelirkene bi bakıyom başka biri var yanında, ben n'eydecemi şaşırdım. Her gelene guyruk sallıyo. Bi değel, iki değel... Bu kadar da olmaz ki canım! Gomşular yolumu kesiyo, "aha bu gızın gulanı çek" diyo, utancımdan yerin dibine giriyom. Ondan sana habar saldım, Al götür garını; ben baş edemedim, sen n'eydersen et, ben bu yaştan sonra namus bekçiliği yapamam. Bu ne yav, ar namus yok bu senin garında! Ben olmasam şimdiye kadar buynuzu takmıştı sana. Nah şu kadar uzamıştı buynuzların dedi, elini başının üstünden kaldırarak...

Gül'ün nutku tutulmuştu, ağzı açık kalmıştı, Üsük emminin söyledikleri karşısında. Duyduklarına inanamıyordu, kulakları uğulduyordu, nefesi kesiliyor, boğulacak gibi oluyor, zor yutkunuyordu. Kovayla su dökmüş gibi ter boşalmıştı, üstünden. Fistanının eteklerini çekiştiriyor, dişlerini sıkıyor, avuçlarını ovuşturuyordu. Rengi mosmor olmuş, büzüşüp kalmıştı zavallı. 

- Sen ne diyon Üsük emmi! Bu nasıl bir iftira demeye kalmadan, tokatı indirdi, Gül'ün suratına, Dursun. Hırsını alamadı, tekmeleri savurmaya başladı. Bir daha, bir daha!..

- Okuyacamış, öğretmen olacamış, seni küçük o... seni!..

Gül'ün konuşmasına fırsat vermiyordu, Dursun. Pos bıyıklarının altından sinsi sinsi gülüyordu, hain Üsük emmi. Gül'ün ağzı burnu kan içinde kalmıştı. Kolundan sürükleyerek evden çıkardı, Dursun. Yıllar evvel bağırta bağırta babasın evinden sürüklediği gibi...

Traktörün remorkunda köye getirdi, Gül'ü. Hava epeyce soğuktu, rüzgar döndüre döndüre esiyordu. Üstünde hırkası, yeleği olmadığından çok üşümüştü zavallı. Zangır zangır zangır titriyordu. Kemiklerine kadar işlemişti, soğuk. Dişleri çatır çatır birbirine vuruyordu. Soğuktan parmakları morarmaya başlamıştı...

Köye geldiklerinde; kolundan tuttu, buğday çuvalı gibi fırlattı odaya. Düştüğü yerden kalkamıyordu, kafası yere çarpmıştı, acıyordu ama bereket yarılmamıştı. Eli altında kalmış,  Bileği ve  parmakları acıyordu. Bileğini tuttu "vay anam" diyerek!..

Artık ağlayamıyordu bile göz yaşları içine akıyordu, garibin. Bağrına kocaman bir taş oturmuştu. Yüreğinin acısı, bileğinin acısını bastırıyordu... Yeminler ediyor, yok öyle bir şey diyordu. "Bu nasıl bir yazgı, nasıl bir gader diyordu," içinden. Canına kıymak istiyordu ama annesinin sözü kulağından gitmiyordu. "Cana kıymak çok günah, senin gaderin böyle yazılmış, gadere garşı gelinmez, demişti annesi...

- Benim odama girmeye çalıştı, ben gapıyı açmadım, yüz vermedim diye iftira attı bana. Yemin ederim, iki gözüm kör olsun, aha şurdan şuraya kavuşmayım, diyordu ama Dursun duymuyordu bile. Ertesi günü Emine ablasına anlattı, olanı biteni.

- Vah yavrum vah, senin bahtın da ne gara yazılmış diyerek, dizlerine vuruyordu! Ben sadece benim bahtım gara sanırdım, ağlardım hep. Senin bahtın benden garaymış, zavallı gızım. "Ah zalım felek, senin gözün kör olsun emii," deyip ağlıyordu!..

Gülün anlattıklarına inandı, Emine ablası. Gül'ü iyi tanıyordu, yalan söylese hemen yanakları kızarır, gözlerini kaçırırdı.

- Üzülme sen gızım, ben varım burda ben, diyordu garip, teselli veriyordu...

Yine defteri kalemi elinden alınmıştı biçarenin. O günden sonra hayat daha da zorlaşmıştı. Dursun durmadan aşağılıyor, hakaretler ediyor, canı sıkıldıkça dövüyor, defalarca zorla ırzına geçiyordu. Ne yapsa inandıramıyordu Dursun'u. Yaşamı artık kara zindan olmuştu. Bir tarftan kaynana, bir taraftan Dursun göz açtırmıyorlardı, Gül'e. Kaynana iki de bir "öğretmen olacam deyi gettin, niyetin başkaymış, vay seni yer sıçan seni! Üsük olmasaydı, oğluma buynuz takacadın hemi sürtük" diyordu. Gül, kurtulmak için çare arıyor ama bulamıyordu. "Hiçbir yalan gizli galmaz, er geç ortaya çıkar, o hainin iftirası" diyerek, kendini teselli ediyordu. Gül küçükken  yalan söylediği zaman annesi ona, hep öyle derdi...

İki yıl sonra nur topu gibi bir kızı oldu Gül'ün. Adını Kader koydu kızının. Kara gözlü, kara kaşlı, buğday tenli, tombul suratlı güzeller güzeli bir bebekti Kader. Yumuk yumuk elleri vardı kızının. Aynı annesine benziyordu, Dursun'a sadece ayakları, elleri  benziyordu. Kızını sevmeye doyamıyordu. Artık onunla avunuyor, hayat buluyordu. Konuşuyordu, her gün onunla. Gözlerinin içine bakıyordu. "Benim gızım böyüyecek, öğretmen olacak" diyordu. Dursun kızıyla hiç ilgilenmiyor, ondan tarafa bile dönüp bakmıyordu. Emine ablasıyla Gül, bebeği  büyütüyorlardı. Tarlaya giderken beşiğine beliyor, beşiği sırtlanıp götürüyordu, tarlaya.  Tarlada bir ağacın gölgesine koyuyordu, beşiği. Arada gelip emziriyor, işinin başına dönüyordu. Öyle vara yoğa ağlayan bir bebek değildi, Kader. Karnı gözü doyunca uyuyordu, altı ıslanırsa ağlıyordu. Arada bir kundağını çözüyor, altını  temizliyor, aşağıda akan çaydan su getiriyor, her yerini yıkıyor, höllüğün ıslanan yerini değiştip tekrar kundaklıyor, beşiğine beliyordu, güzel bebeğini. Gül'ün küçükken bir bez bebeği bile olmamıştı. Şimdi bebeği ile oynuyordu. Bebeği de ona "agucuk" yapıyor, gülüyordu. Eve neşe gelmiş, her şeye rağmen gülüyordu, Gül'ün yüzü.

Sabah eltilerinin çığlıkları ile uyandı. Kayınpederi Memet Ali ölmüş, ev matem havasına bürünmüştü. Kaynana yere bağdaş kurmuş, tülbentini iki yana açmış, dizlerine vura vura, Memet Ali'nin baş ucunda ağıtlar yakıyordu.

- Şu cihanda senin gibi yakışıklı yiğit var mıydı, gara gözlü herifim. Aç o gara gözlerini yumma. Aç da bak bana yiğidim, aslanım. Dağ gibi adamdın selvi boylum.  Şincik nasıl devrildin de böyle boylu boyunca yatıyon, boylarına gurban olduğum. Galk da o selvi boyunu seyredeyim, yiğidim. Beni bırakıp nerelere gidiyon, herifim. Kavlimiz böyle miydi, hemi. Hani ellerimi  bırakmıyacadın. Şincik niye bıraktın aslanım. Beni heç incitmedin datlu dillim diyerek, feryat figan ediyordu. Bir ara gelinler arkasını dönüp çaktırmadan gülmüşlerdi. Halbuki; birkaç gün önce, "adı gara yerlerden gelesice, sıracalar yiyesice, gözü kör olasıca, gara böğrüne hışım değesice, dazlak kafalı soyka, gebersen de ben de gurtulsam, İşe yaramaz mız mız nalet" diyordu. "Kör ölür badem gözlü, kel ölür sırma saçlı olur" atasözü yerini buluyordu, kaynananın ağıtlarında...

Cenaze kalktıktan sonra bir gün sonra, Üsük emmiyi gördü, avluda Gül. Memet Ali'nin ölümünü duymuş, taziyeye gelmişti. "Ne işi var, bu itin burada" deyip, eline kocaman bir taşı aldı, kükremiş aslan gibi Üsük emminin üstüne yürüdü. Gül geldikçe, hain geri geri gidiyordu. Gül'ün elindeki kocaman değirmen taşı gibi, taşı görünce beti benzi atmış, dudakları uçuklamış, gözleri pörtlemiş, dizlerinin bağı çözülmüştü. "Yapma Allaasen" gız, deyip duruyordu hain. Gül avluda köşeye sıkıştırdı haini. Kaçacak yer bulamıyordu. O, her hamle yaptığında Gül, kaleye gol atacakmış da uygun poziyon arıyormuş gibi, bacaklarını açtı, kollarını gerdi, başını dikleştirdi. Derin bir nefes aldı, taşı kafasına isabet ettirmek için fırsat kolluyordu. Hain Üsük, iki eliyle başını kapatıyordu...

Dursun da avlunun dışında oturmuş, babasının yasını tutuyordu...

Gül:

- Söyle bakalım alçak nammussuz! Neden bana iftira attın, söyle? Ne istedin benden aşağılık. Neden benim hayatımı garattın! N'eyttim ben sana ha, n'eyttim! Niye Dursun'a;  ben onun odasının gapısını açmaya çalıştım, o açmadı, ben de  gendime yediremedim ona iftira ettim demedin alçak, kart zampara! Ben senin garına göz diktim deseydin ya erkeksen, piç gurusu. Aha şincik şurda senin leşini sereyim mi ha! Ağzı dili tutulasıca, bedenine inme inesice, deyyus. Sürüm sürüm sürünesice, aç gurt! Kimsenin ahı kimsede galmaz. Bana ettiğini bi gün çekecen, can veremiyecen. Ağzın gözün bi tarafa gidecek, ellerin çarpılacak. İnim inim inliyecen, Allah canımı alsa da gurtulsam diyecen günler gelecek, biliyon demi, dağ hayvanı, agzın herif. Ben de o zaman geçecem garşına bıyık altından gülecem. Dursun er geç bana inanacak, o zaman senin defterini dürecek, biliyon mu!..

Gül, sinirlerine hakim olamıyor, zangır zangır titriyordu. Ağzına geleni sayıyordu. Bendini yıkmış sular seller gibi çağlıyordu...

Dursun Gül'le Üsük emmiyi avluda görünce şaşırdı, "bu sürtük, Üsük emmiynen ne gonuşuyo ki" diyerek dinlemeye başladı. 

- Çok gonuşma gız, Dursun sana heç bi zaman inanmaz, o bana güvenir, inanır. Benim ağzımdan çıkan her sözü, senet sayar. Hem ben sana demedim mi o zaman, gapıyı açmazsan olacakları sen düşün deyi. Açsaydın gapıyı bunların heçbiri yaşanmazdı. Gavat Dursun'a gadınlık yapıyon, bana da yapsaydın, incilerin mi dökülecedi, eskiyecek miydi, sanki. Hem Dursun senin nikahlı gocan deel ki, ha Dursun ha ben ne fark ederdi. Bak okul hayatın bitti boş yere, ne vardı sanki, beni goynuna alsaydın, kimin habarı olacadı. İkimizin arasında galırdı. Sen de okula devam ederdin, hayatın gurtulurdu. Sen gendin yazık ettin, gendine. Dursun da artık sana inanmıyo, o..... gözünen bakıyo bak.

- Ahrette bu hesabını nasıl verecen, gara yılan, dedi, Gül...

Avlunun tahta kapısından bütün konuşulanları duydu, Dursun. Karısı iftiraya uğramıştı, hain tam karşısında duruyordu.

Gül taşı kaldırdı tam atacaktı ki;

Dursun panter gibi atladı, Üsük emminin üstüne.

-Vay seni alçak namussuz, ırz düşmanı diyerek, elindeki değneği yerleştirdi, hain Üsük emminin kafasına!..

Devamı yarın…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *