ANADOLU'DA AÇMADAN SOLAN BİR GÜL- 8-
Gül heyecandan yerinde duramıyordu. Hafta başını iple çekiyordu. Hayaller kurup duruyordu. Nasıl olsa Üsük Emminin evi vardı, "okul bitinceye kadar orada kalırız" diye düşünüyordu. Üsük emmi, Dursun'un babasının emmioğluydu. Yazın gelip aylarca Dursungil'de kalıyorlardı, karısıyla beraber. Bir kuruş para vermeden kışlık yiyeceklerini de alıp gidiyorlardı...
İlk defa Dursun'un yanında gülüyordu Gül. Yüzüne renk gelmiş, yanakları al al olmuştu. Gözleri de ışıl ışıl parlıyordu.
- Ulen Dursun, senin iyi tarafın da varmış, sen kötü adam değilmişsin aslında ha, dedi.
Dursun'un çok hoşuna gitti, Gül'ün gülmesi ve söyledikleri. Yakası eskimiş, kareli mavi gömleğinin içine zor sığan şişko göbeğini kaşımaya başladı, kirli sarı tırnaklarıyla. Her tarafı neredeyse parçalanmaya yüz tutmuş, siyahtan griye dönmüş şapkasını iki eliyle şöyle bir sağa sola çevirdi. Yeniden yerleştirdi başına. Keçi kılı gibi kaşlarını kaldırdı, gözlerini alabildiğine pörtletti, burnunu çekti, yutkundu, boğazını temizledi. Sararmış dişleriyle sırıtarak, nasırlaşmış yaba gibi elini Gül'ün omuzuna attı.
- He gız sen öğretmen olacan, ben de öğretmenin gocası, deyiverdi.
-Gül heyecandan bayılacak gibi olmuştu. İçi içine sığmıyordu. Nefes alış-verişleri fistanının üstünden belli olur, göğsü bir inip bir kalkıyordu.
- Anaam, essahdan okutacan mı beni, gandırmıyon deemi.
- Yok gız gandırmıyom valla, iki gözüm önüme aksın.
Nikah işinden vazgeçti Dursun. Fikri değişti birden bire. "Gül öğretmen olursa her ay aylığını alıp bankaya yatırırım, zengin olurum, valla diyordu," içinden. Bir de Gül'ün öyle etrafında çocuk gibi fistanını savurması, sevinçten iki ayağını yere pat pat vurması, zıpır zıpır zıplaması, başındaki oyalı tülbenti çıkarıp havaya doğru sallaması, Dursun'un fikrini değiştirmişti. "Çocuk bu daha ya!" dedi. Aslında o da köyde yaşamaktan bıkmış, kaçacak yer arıyordu. Köyden kaçmaya tam fırsat olmuştu, Dursun için. Yoksa başka türlü köyden çıkamazdı, anası ona sütünü helal etmez, ölür de bırakmazdı. Anasının ahını almak istemiyordu.
"Okusun garip, belki gerçekten de öğretmen olur da köyden temelli kurtulurum, onun sayesinde" dedi, içinden. "Üsük Emminin bir odasında galırız; Gül okula gider, ben de bir iş bulup çalışırım" diye düşündü...
Hafta başı şehire gittiler. Gül havalara uçuyordu, sevinçten. Ne çok insan vardı şehirde, her biri bir tarafa gidiyordu. "Bu insanların işleri güçleri yok mu, neden hep dışarıdalar diyordu" içinden. Arabalar da yanlarından vızır vızır geçiyordu. Her araba geçişinde irkiliyordu Gül. Kırmızı çiçekli fistanının eteklerini, o yana bu yana savuruyordu. Şehire gelince, başındaki tülbenti de çıkarmış, boynuna takmıştı. Simsiyah saçları omuzlarından aşağı dökülmüş, ahenkle dans ediyordu. Elleriyle saçlarını havaya kaldırıp bırakıyordu. "Prensesler gibi oldun, gız" dedi, Dursun, sırıtarak... Fotoğraf çektirdiler, "anam ben gerçekten güzelmişim ha dedi," içinden. Sonra Üsük Emmigilin eve vardılar. Üsük emmi kanepeye yaslanmış, elindeki kirli sarı tespihini şıkırdata şıkırdata çekiyordu. Evin duvarları maviye boyanmış, tavanlar bembeyazdı. Her odada yerlerde rengarenk halılar, kanepeler, divanlar vardı. Divanın üstündeki açık renk örtüler kalıp gibi duruyordu, divanın üstünde. "Bunların üstünde kimse oturmamış besbeli" dedi içinden. Gül ilk defa görüyordu, böyle güzel bir evi. Gözünü alamıyordu, etrafı süzüp duruyordu. Halılar ayaklarına yumuşak yumuşak değiyor, sanki gıdıklıyordu ayaklarını, kendini bir hoş hissediyordu. "Anaam, ben öğretmen olusam benim de böyle evim olu mu acaba" diyordu. Evin içinde tuvaleti bulamamıştı, utana sıkıla Menevşe ablasına sormuştu, tuvaletin yerini. "Anaam, buraya da halı sermişler" dedi, içinden!
Üsük Emmi'nin öğretmen olan kızı Nazik de oradaydı o gün. Üzerinde beyaz bir gömlek, boynunda kırmızı fular, siyah pantolon, saçlarını yantaraftan ayırmış, dudakları boyalı, tırnaklarında kırmızı oje, vitrindeki mankenleri andırıyordu. Gül'ün gözleri kamaştı. "Anaam bu gömlek, pantolon üstünde hiç kırışmadan nasıl duruyo acaba," dedi! Bir kendi fistanına baktı, bir Nazik öğretmene... Derin bir iç çekti. "Bu da gadın bende, ah felek senin gözün kör olsun emi dedi..."
Gül'e anlattı okumanın yollarını Nazik öğretmen. Nasıl öğretmen olabileceğini. Hayatının değişeceğini, kendine güven geleceğini, kendi parasını kendinin kazanacağını. Kimseye muhtaç olmadan kendi ayaklarının üstünde duracağını, onun da erkekler gibi söz hakkı olacağını... Gül hiç gözünü ayırmadan pür dikkat dinliyordu Nazik Öğretmenin söylediklerini.
- Üsük Emmi, senin bir odada kalbilir miyiz, dedi Dursun.
- Gül'ü okula yazdıracam, o okula gider, ben de bir iş bulup çalışırım, kiranızı öderiz dedi.
- Aman canım, ne kirası kalın işte istediğiniz kadar dedi, elini havaya kaldırarak, davulu andıran göbeğini ileri ittire ittire! Eyi eyi aferin sana Dursun, gadınlar da okumalı, eli galem tutmalı, eli ekmek tutmalı, ayakları yere sağlam basmalı, bak benim gıza dedi, babacan bir tavırla.
Gül mutluluktan havalara uçuyordu. İlk defa Dursun'un boynuna sarılmıştı sevinçten.
-Ver elin öpeyim, Üsük emmi, sen ne eyi adamsın dedi, Gül. Üsük emi; bir şey icat etmiş de ödül almış bilim adamı havasında, grurlana grurlana elini uzattı, elindeki tesbihi bırakmadan, oturduğu yerden istifini bozmadan. Gül öptü Üsük emmisin elini...
Gül'ün okula kayıdını yaptırdı Dursun. "Hayallerim sonunda gerçek oldu" diye seviniyordu Gül. Sınıf arkadaşlarından biraz büyüktü yaşı ama aldırmıyordu. Okuldan gelir gelmez, Üsük Emminin karısı Menevşe'ye yardım ediyordu. Yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, çamaşır yıkıyor, işler bitince ders çalışıyordu. Okulda çalışkan öğrenciler arasına girmişti. Her şey yolunda gidiyordu. Mutluluktan daha da güzelleşmişti Gül. Mevşe ablası kına yakmışıtı şaçlarına. Kınalı saçlarını arkadan at kuyruğu bağlıyor. Kırmızı tombul yanakları ortaya çıkıyordu, anlına dökülen kaküllerinin altındaki kapkara gözleri, ışık saçıyordu. Hoplaya zıplaya, seke seke gidiyordu okula. Siyah önlüğüne gözü gibi bakıyordu, toz olursa hemen elindeki mendili ıslatıp siliyordu. Beyaz yakasını her gün okuldan gelir gelmez yıkıyor, sobanın borusunda kurutup ütülüyordu...
Bir gün köyden haber geldi. Anası Dursun'u köye çağırıyordu. Babası hastalanmış; işler, hayvanlar öylece kalakalmış.
"Ne biçim evlatmış, anayı atayı unutmuş. Aha o dikenli Gül'ün peşine takılmış gitmiş. Eğer gelmezse sütümü helal etmem" demiş, haberi getirene...
Dursun apar topar gitti köye...
Dursun gittiğinden beri Üsük Emminin bakışları değişmişti. Bıyık altından yan gözle bakmaya başlamıştı Gül'e. Gül'ün karşısına geçip sigaradan sararmış, pos bıyıklarını buruyordu. Kaş göz ediyordu, alaylı alaylı. Gül "olmaz öyle şey, ben yanlış anlamış olmalıyım" diye geçiriyordu içinden. Geceleri kapısını kilitleyip öyle yatıyordu. Her gece sanki kapı tıkırtısı duyuyor, kapının arkasındaki anahtar da sallanıyordu. "Yok yok ben hayal görüyorum" diye düşünüyordu, Gül. Gün geçtikçe daha da tedirgin olmaya başlamıştı. Üsük Emmisi kimse görmeden başını okşama bahanesiyle Gül'ün vücudunda elini gezdiriyor, "sen ne güzel piliçsin" öyle diyor, sonra da "kusura bakma elim değdi" diyordu. Üsük Emmi'nin karısı Menevşe de nedense çok soğuk davranıyordu son günlerde...
Bir gece gene kapı arkasındaki anahtar durmadan sallanıyordu. Korkudan tir tir titremeye başladı Gül. Yavaş yavaş kapının arkasına geçti, yaralı kanadı kırılmış bir kuş gibi oturduğu yerden kalkamıyordu. Anahtar habire sallanıyordu.
- Aç kapıyı gız, kırdırma bana, sen benim evimde kapı mı kitliyosun, bacaksız! Herkese şapur şupur da bana gelince yarabbi şükür mü, diyordu, fısıltıyla. Üsük Emmi'nin nefes sesi anahtar deliğinden içeri domuz homurtusu gibi geliyordu, Gül'ün kulağına.
Korkudan kalbi çıkacak gibi atıyordu. Vücudu zangır zangır titriyordu. Saatlerce kapıdan gitmedi Üsük Emmi. Gül de hiç uyumadan bekledi, kapının arkasında. Uykusuz bir şekilde gitti okula. Rengi de epeyce sararmıştı. Öğretmen sordu Gül'e:
- Neyin var kızım, dedi.
- Biraz hastayım öğretmenim, dedi.
Gül okuldan gelir gelmez yattı.
Gece gene bir ara kulağına tıkırtı sesi geldi. Anahtar da sallanıyordu. Kalktı yerinden titreyerek kapı arkasına oturdu. Oturduğu yerde yaralı, yavru ceylan gibi ürkek ürkek bakıyordu, zavallı. Üsük Emmi anahtar deliğinden ağzını uzatmış; hırıltılı, boğuk bir sesle;
- Aç gız gapıyı, açmazsan bundan kelli olacakları sen düşün, dedi...
Devamı yarın…