Dil Öğretmeni, 4 dil bilen, Tunuslu ve Türk vatandaşı olan Sana Belarbi Tırpan dil öğrenimini, nelerde yanlış yapıldığını ve kendisi neler yaptığını aktardı.
“Brighton Language Center, Amasya’da kuruldu ama hedefi her zaman yerel bir kurum olmaktan çok daha ötesiydi. Bizim için İngilizce bir “ders” değil, bir yaşam biçimi. Amacımız öğrencilerimize sadece dil öğretmek değil, düşünme biçimini değiştirmek.
En önemli vizyonumuz, klasik ezbere dayalı sistemlerden uzak duruyoruz. Öğrencilerimizin dili yaşayarak öğrenmeleri için “drama, müzik, doğa etkinlikleri, film temelli dersler, ve konuşma kulüpleri” gibi yöntemler kullanıyoruz. Bu yüzden Brighton’da öğrencilerimize ilk günden itibaren “yanlış yapmaktan korkma” diyoruz. Çünkü hata, öğrenmenin en güzel parçasıdır” diye vurguladı.

“İngilizceyi yabancı dil olarak değil, ikinci dil olarak öğretmek”
“Bu anlayışla, beynin dil öğrenme mekanizmalarını temel alan “beyin kodlama ve beyin haritalama” tekniklerini derslere entegre ediyoruz. Yani öğrenme sadece kulakla değil, zihinle, bedenle ve duyguyla gerçekleşiyor. Bir dil öğrenmek, sadece kelime ezberlemek değil; yeni bir dünyaya adım atmaktır.
İkinci dil öğrenimi, beynin yeni bağlantılar kurmasını sağlar. Bu yüzden biz öğrencilerimize sadece dil öğretmiyoruz, öğrenmeyi öğretiyoruz. Modern yöntemlerde öğrenci pasif dinleyici değil, aktif üretici olmalıdır. Bizim modelimizde çocuklar ve yetişkinler oyunlarla, şarkılarla, hikâyelerle ve etkileşimle öğrenir. Böylece dil, bir “ders” değil, “doğal bir süreç” haline gelir”.
“Türkiye’deki sorun dilin, sınav konusu olarak görülmesi”
“Türkiye’de dil öğretiminin en büyük eksikliği, dilin iletişim aracı olarak değil, sınav konusu olarak görülmesi. Gramer ağırlıklı sistemlerde öğrenciler cümle kurmak yerine kuralları ezberliyor. Oysa dilin özü “iletişim”dir.
Bir diğer eksiklik, öğreten kişinin dili gerçekten konuşamaması. Bir öğretmen dili “yaşamadıysa”, öğrencisine de yaşatamaz. Bu nedenle Brighton’daki öğretmenler, dilin kültürel ve duygusal yönünü de aktaran, rol model kişilerdir.
Türkçeyi öğrenme sürecim aslında bana “empatiyle öğretmeyi” öğretti. Bir dili sıfırdan öğrenmenin zorluklarını yaşayarak gördüm: sesleri ayırt etmek, anlamı yakalamak, hata yapmaktan korkmamak… Bu süreç bana gösterdi ki bir dili öğrenmenin en önemli unsuru cesaret ve duygu”.

“Hayal kurmak, ilk adımdır”
“The Daydreaming Elephant benim için sadece bir çocuk hikayesi değil, hayal gücünün sembolü. Kitapta, bir hayvanat bahçesinde yaşayan küçük bir filin “uçma hayali” anlatılır.Dil eğitimi, bir ülkenin kültürel gücünün göstergesidir.
Biz Brighton olarak, dilin sadece kelimelerden değil, duygulardan, müzikten, sanattan ve kültürden oluştuğuna inanıyoruz. Bu yüzden dil öğretimini “akademik” değil “yaşamsal” hale getirmeye çalışıyoruz.Çünkü bir çocuk şarkı söylerken ya da bir yetişkin kahve eşliğinde sohbet ederken, aslında dil öğrenmenin en doğal halini yaşıyor” diye belirtti.