İnsan tabiatı gereği doyumsuzdur. Hep daha başkasını ve daha ötesini ister.
Yaratılınca cennete konulmuştur da İblisin ayartmasıyla ölümsüzlüğe, bitmez tükenmez servet ve güce hatta melekliğe talip olmuştur. Kendisi için çizilen sınırı aşmaya kalkışmıştır. (Bkz: A'râf: 20-22, Taha: 120)
Peygamberimiz (sav) de: “İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.” buyurmuştur. (Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce, Zühd 27)
İnsan gerçekte budur. Doyumsuzluğu, beğenmezliği başına beladır aslında. Bu nedenle Cenab-ı Hak buyurur ki: “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.” (Mearic: 19- 21)
Beğenmez, beğenmediğini değiştirmek ister. Hayatı beğenmez. Elindekilerden sıkılır değiştirmek için çareler arar. Yerini yurdunu velhasıl her şeyini değiştirmek ister. Bu bir noktaya kadar makul sayılan durumdur. Ancak iş fıtrata, yaratılışın esasına ve gayesine yönelik bir beğenmezlik, sıkılma yahut imtihan dünyasında olma hakikatinden kaçmaya yönelik bir anlayışa evrilirse sonuç hiç de hesap edilen gibi olmaz.
Bu husus Kur’an’da hırs olarak ele alınır. (Bkz: Mearic: 19) İnsan bu hırsına karşılık uyarılır ve kendisine lazım olan yol çizilir. “O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30) Başarının adresi budur. Fıtratı korumak…
Başarmak; fani, geçici, yok olucu, bir müddet sonra sıkılınca bırakılıp atılacak ve usanılacaklar peşinden bir ömrü tüketerek çılgınca koşmak; bitiş çizgisine eli boş varmak değildir. Asıl başarı, Allahın rızasına erdirecek bir hayat sürmektir. Bu hayat, sırf yemeden içmeden, dünyalık zevklerden yararlanıp gerçek olanı ıskalamak, hayatı boşa harcamak değildir. “Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf: 31)
İnsan şu ayete kulak vermeli. “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut: 64)
Allah birçok ayetinde başarının kendisine iman etmek ve istenilen amel ve davranışlarda bulunmakla mümkün olacağını bildirir. Örneğin Beyyine Suresi 7 ve 8. ayetlerde şöyle buyurur: “İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir.” Bu başarının karşılığı tabii ki mutlu bir sondur: “Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir.” (Müminun: 111)
İnsan sınırlı olduğunu, dünyanın kendisi etrafında dönmediğini unutmamalı, benliğine yenilip kulağına coşkuyla fısıldanan “sen her şeysin/ her şey senin için” gibi aldatmacalara yüz vermemelidir. Bu nihayetinde elindekinden de olma riskiyle karşı karşıya getirir tıpkı ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdemin (as) başına gelen hadisede olduğu gibi: “Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” (Bakara: 35- 36)
Ne acı ve ne trajik bir durum bu insan için. Fakat insan krizi kendisi için fırsata çevirme kabiliyetine sahiptir ki Hz. Âdem (as) de tüm insanlık için müthiş bir örneklik sergileyip; “Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” (Bakara: 37)
Allahtan başkasına muhtaç olmamanın farkına varmak, insan için muazzam bir özgürlüktür. Bu özgürlüğün başkalarına zarar vererek, emaneti (Bkz: Ahzab: 72) heder ederek, karada, denizde fesat ve bozgunculuk çıkararak (Bkz: Rum: 41) tarumar edilmesi ne hazin bir durumdur. Cana, mala, dine, akla, iffet ve şerefe yönelik her türlü saldırının faili neden bunları korumak olan insan olsun ki?
İnsan fıtratına sahip çıktığında mı mutlu olur yoksa bencilliğini kendine tanrı edindiğinde mi?
“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Casiye: 23)
En emin olan Rabbime emanet olunuz.
Ağzınıza yüreğinize sağlık hocam.