Ey Nebi... Ey Resul...
Etrafında Allah Resullerinin dizildiği sofra... Ve bu sofrada baş köşe olan sen!
İnsanın hakikati, kainatın en çetin sırrı... Misilsiz insan ki, onu Yaratan ve o Yaratıcının en güzel eseri. Zatı ile tek olan Yaratıcının en yüksek noktada halkettiği insan...Sen, evet sen ve s enin bana inandırdığın ve seni bana inandıran Allah, öz dilinde hitap etmiş ve sana demiş ki?: "Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım..."
Sana, işte bu Allah kelamının sonsuz kılavuzluğu içinde inanıyorum! Sana inanmış, inanmakta ve inanacak olanlar deniz kıyılarında kum misali... Ben de bu hutsusuz yığında bir kum tanesiyim...
Allah'a hamdediyorum ki seni, o kum tanesine, uzun zaman çilesini çektiğim birtakım idrak mahremiyetlerinin yakına açılmış yakıcı penceresinden gösterdi. Keşke sahiden, ipek topuğunu bir kere öpebilmiş bir kum tanesi olsaydım...
Evet, ben seni, Allah'ın yalnız habercisi ve ana yola çağırıcı Resulü olarak değil; boşluğu ve yıldızları, zamanı ve mekanı, mesafeleri ve istikametleri, canlı ve cansız maddeleri ve maddesiz her şeyi ile bütün kainatı, bu en güzel eser etrafında halkalanması ve O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması için yarattığına inanıyorum !
Sen, varoluşunun şerefine, Allah'ın topyekûn varlığı hediye ettiği ilk ve son Varlık Nuru, İnanmak dedim de hatırıma geldi:
Bu ne zor ve ne kolay iş! Kim inanır ve kim inanmaz!
Tebeşirle dondurulmuş bir nokta kadar basit ve sefil bir köylü inanır!
Yük altında iki büklüm akşama kadar solumaktan başka bir hayatiyeti olmayan bir hamal inanır.
Yahut, eline aldığı her lokma ekmeği, zikir ve tesbihini dinlemeden ağzına almayan şeyhi Ekber İnanır ki Adem Baba'dan kıyamet gününe kadar gelecek bütün insanların yüzlerini çizme yedek götürmüştür.
İnanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül
edecek kadar üstün bir akıl davasıdır; ya da yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü desteğinden mahrum, fakat gizli bir ruh feyzi ile gayesini sezmiş ve fikir kargaşalığından kurtulmuş saf ve basit adam işi...
Belki de "saf" kadar güzel bir mefhumu, bilmeden, onun için basit insanlar hakkında kullanıyoruz.
Sen, mukaddes hedef; Haktan gelen aşkın hedefi..!
Sen, en ileri rütbe; Allah'ın Sevgilisi olmak mertebesi..!
Sen en güzel insan; güzeller güzeli insanoğlunun en güzeli..!
Güzelliğinin büyüsüne mıhlanmak, sonra hummalılar gibi hep onu sayıklamak dururken, mukaddes mevzuuna bazı davalarımı ve öfkelerimi kattığın için beni hoş gör..!
Ey Nebi, boynumda mutlak hakikaten bir kement sezer gibi oldum. Bu Kement beni çekti ve senin önünde durdurdu.
"Kapı burasıdır; başka her kapı kapalı!
Vakta ki, böyle oldu, sen benim her şeyim oldun! Ey bütün mucizeleri içinde en hayran olduğum mucizesi diye, ömründe bir defa bile kahkahayla gülmemiş olmasını gösterebileceğim mahzun Peygamber!..
Ey, Allah'ın Kur'an'da hâs ismiyle ve nida edatıyla bir kerecik bile hitap etmediği haya ve edep kaynağı!...
Ey, Allah'ın kelamına mecra bir çift kudsi dudağın sahibi..! Ey Resulüm benim!...
Esas gayem bir tarih yazmak değil, benim vazifem senin hayatını yazmayı murat edinmek. Senin hayatını yazmak...
Göklerin temiz bir ayna halinde, dipsiz bir mavera derinliğine battığı şeffaf bir yaz akşamı, ay,her zamankinden daha büyük, daha parlak doğarken, insan, yeni bir hadise karşısındaymışçasına şaşkın ve tutkundur...