Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay, Özgür-Der Amasya Temsilciliği'ne misafir oldu. Amasya Ovasaray Köyü’nde katılımcılarla bir araya gelen Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay, Gazze direnişi üzerinden çıkarılması gereken derslerle ilgili açıklamalarda bulundu. Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay, Amasya’da yapılan toplantıdaki konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"GAZZE'DE İŞGALİN YANINDA İZZETLİ BİR DİRENİŞ VAR"
“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz.” (Bakara:155)
Allah Teala dünya hayatını bir imtihan ve kulluk alanı olarak yaratmış ve Müminleri zorluklarla, sıkıntılarla, malları ve canlarıyla sınayacağını bildirmiştir. Hayatın bir imtihan olduğu bilincine sahip Müminler sınanmadan ebedi cennet nimetlerine erişmenin mümkün olmadığının farkındadırlar. Ağır imtihanlar, zorluklar ve musibetler karşısında sabrın mükafatı inşallah cennettir. İşte Filistinli kardeşlerimiz de on yıllardır olduğu gibi yine ağır bir imtihandan geçmekteler. Bu zaviyeden bakıldığında yaşananlar ağır olmakla beraber şaşırtıcı ve beklenmedik değildir. Belirleyici olan Müminlerin bu ağır imtihanlar karşısında nasıl tavır takındıklarıdır. Bakara suresinin 214. Ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: (Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Resul ve onunla beraber mü'minler, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır.) Yine Ali İmran suresinin 142. ayetinde (Yoksa siz; Allah, içinizdeki cihad edenleri ve sabredenleri belirlemeden Cennet'e gireceğinizi mi sanıyorsunuz?)
Evet, kardeşlerimiz iman iddiasını layıkı veçhiyle pratiğe taşımaktalar. İnsanlık aleminin nadiren karşılaştığı bu büyük zulüm sahnelerine rağmen geri adım atmayarak direnişlerini büyük bir sabır ve tevekkülle sürdürmekteler. Bu meyanda sergilenen görüntüler imanımızı artırmakta, iftihar vesilesi olmaktadır. Dünya telaşının neredeyse hepimizi kuşattığı, boğduğu; ahiret bilincinin zayıflayıp her türlü nimeti, lütfu dünyada tatma eğiliminin hepimizi sarıp sarmaladığı bir ortamda, Gazze’den yansıyan manzaralar bizlere moral vermekte, teslimiyet ve tevekkülün anlamını öğretmektedir. Gerçekten de Filistin halkının genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, hatta küçücük çocuklarıyla ortaya koydukları samimiyet, kararlılık ve ihlas iman ayrıcalığını, lezzetini yansıtmaktadır.
Ödedikleri ağır bedellere rağmen, binlerce şehide, on binlerce gaziye rağmen direniş iradesinden taviz vermeyen kardeşlerimizle iftihar ediyor, Rabbimizden ayaklarını sabit kılmasını niyaz ediyoruz. Bir mümin için hayat budur kardeşler, zaferin de gerçek manada karşılığı budur. Hicretin 4. Yılında Bir-i Maune hadisesini düşünelim. Amiroğullarının talebi üzerine Resulullah (s) 70 civarında sahabeyi Necid bölgesine tebliğci olarak göndermişti. Ne yazık ki Biri Maune gelindiğinde kendilerine tuzak kuruldu. İçlerinden Harâm b. Milhân (r) Efendimizin mektubunu Amiroğullarının reisi Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir b. Tufeyl’e götürdü. Harâm, Âmir’i İslâm’a davet edip Efendimizin (s) mektubunu uzattığında Âmir ve adamları onu hunharca şehit ettiler. Daha sonra tüm kafileyi muhasara altına aldılar ve şehid ettiler. Âmir b. Füheyre (r) de bu şehitlerin arasındaydı. O, kendisini öldürmek isteyen Cebbâr b. Sülmâ’yı İslâm’a davet etmiş, Cebbâr ise mızrağıyla ona saldırmıştı. Cebbâr’ın mızrağı Âmir’in sırtından girip göğsünden çıktı. Âmir son nefesini verirken: “aksamu rabbul kabe ene fuztu” (Kâbe’nin Rabbine ant olsun ki ben kazandım!) demişti. Biliyoruz ki her şartta Rabbimize teslimiyet gösteren ve ondan başkasına boyun eğmeyenler fevzu’l-azim’i elde etmiş, zafer kazanmışlardır. Allahu Teala mübarek kılsın, daim eylesin! Bakış açısı farklılığı şüphesiz çok belirleyicidir. Hadiselere Mümin nereden bakar, kafir nereden? Kazanmak ve kaybetmek nedir? Bunlar üzerinde durmalı, sahih ölçülerle düşünmeliyiz. Hoşumuza giden şeyleri değil, hakkımızda Rabbimizin hayır dilediği şeyleri tercih etmeliyiz. Bakara suresi 216. ayette de Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Gerçi hoşunuza gitmese de, savaş size farz kılındı. Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve yine hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, ama siz bilmezsiniz bu gerçekleri.” Evet biz bilemeyiz, ancak Rabbimiz bilir, doğrusunu O bilir ve bize bildirir. Ve Rabbimiz bize izzetli olmanın, kendi yolunda cihad etmenin, kafirlere zalimlere teslimiyet göstermemenin zafer olduğunu bildirmiştir. Bu vesileyle Gazze hadisesi üzerinden bazı hususlara dikkat çekmeye çalışacak, bu konudan kalkarak Müslümanlar adına ortaya konan bazı çelişkili yada müphem tavırlara temas ederek ilkeli ve gerçekçi davranmanın önemini hatırlatmaya çalışacağız. Gazze’ye yönelik İsrail saldırganlığının nasıl yorumlandığına bakıldığında bazı zaaflı tavırlar görüyoruz. Bu zaaflı yaklaşımlardan biri direniş gerçekliğini anlamaktan uzak bir tavırla, sadece mazlumiyet vurgusu üzerinden ve acındırıcı, adeta merhamet dileyici bir tavırla Gazze için duyarlılık oluşturma kaygısıdır. Bu yaklaşım sorunun sadece İsrail’in zaman zaman ivme kazanan katliamlarından kaynaklandığını sanmakta, bir bütün olarak asırlık bir işgal projesinin sorunun temelini oluşturduğunu görmemektedir. Bu görülmeyince de tavırlar, tepkiler ve çözüm önerileri hep bu dar alana sıkıştırılmakta ve izzetli, adil bir yaklaşımın savunulması güçleşmektedir. Gazze’ye baktıklarında sadece ceset ve yıkıntı görenler direniş mesajını kavramakta acze düşerler. Allah’a hamdolsun ki 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı Filistin meselesine yaklaşımlar açısından ciddi manada bir berraklık sağlamıştır. Aynı şekilde Siyonist saldırganlık karşısında direnişin kararlılığı, taviz vermeyişi ve buna karşın İsrail adlı çetenin iddialı söylemlerine rağmen çoluk-çocuk katletmekten daha ileri gidemeyişi mücahitlere güveni artırmıştır. Nitekim Ebu Ubeyde sembolü üzerinden gelişen atmosfer bile Ümmet açısından başlı başına bir kazanımdır.
Bununla birlikte belli merkezlerin propaganda çabalarından ötürü kimilerinin kafa karışıklığına düşmesi ve 7 Ekim’i yorumlamakta zorlanması da anlaşılabilir bir şeydir. Bu noktada işgal ve işgale karşı direniş gerçeğinin daha net ve derinlikli bir tarzda gündemleşmesi önem arz etmektedir. Bu noktada en çok hataya düşülen husus Filistin gerçeğini Filistin gerçekliği içinde değil de kendi bulunduğumuz pozisyondan değerlendirmeye çalışmaktan kaynaklanmaktadır. “Niye yaptılar, değdi mi, ne elde edildi” vb. sorular Siyonist işgalin gerçek mahiyetini ve meydana getirdiği tahribatı asli boyutuyla kavramaktan uzak bir tutum içermektedir. Adil ve tutarlı olmak için kendi zaviyemizden, durduğumuz yerden bakamayız, kardeşlerimizin perspektifinden bakmalıyız. Ve bu yaklaşımı bir ilke olarak Ümmetin bütün coğrafyalarına, bütün direnişlerine teşmil etmeliyiz. Böyle yaptığımızda birilerine aşırılık veya oyuna gelmek olarak gözüken ya da zararlı olarak addedilen eylemlerin Filistin halkı ve direnişi için bir kimlik meselesi ve var olabilme mücadelesi olduğu anlaşılır. Mescidi Aksa’nın içinde bulunduğu hali, Kudüs’ün adım adım Yahudileştirilmesini, Filistinli esirlerin pozisyonunu, Batı Şeria’nın her geçen gün biraz daha istila edilmesini, Gazze’nin nefessiz bırakılışını dikkate almadan yapılan yorum ve değerlendirmelerin temelsizliği bu şekilde daha rahat görülür. Yine kardeşler, sıkça dillendirilen “Ne olacak, nereye gidecek bu işin sonu?” sorusu anlamlı bir soru değildir. Daha çok yakınma sadedinde dillendirilen bu ifadeler yılgınlık ve çaresizlik hali yansıtmaktadır. Oysa bizim azme ihtiyacımız vardır. Ve Allah’ın izniyle Filistinli kardeşlerimiz de Kudüs’ü şiar bilen Müslümanlar da bu tutumlarından vazgeçmeyeceklerdir. Hiç şüphesiz güç dengesi tümüyle aleyhimizedir. Gücümüz elan işgalcileri söküp atmaya yetmiyor, yakın vadede de buna erişebileceğimizi düşünmek makul değil. Mamafih direniş nesillerdir ayaktadır elhamdülillah ve bu aşamada odaklanmamız gereken konu direnişin, davanın, mücadelenin sürdürülmesidir. Bu vesileyle çifte standartlı yaklaşımların yol açtığı çelişkilere, çirkinliklere de değinmekte yarar var. Filistin’de ağır bedellere rağmen direnişi alkışlayan kimi kesimlerin Suriye’de “bakın nelere yol açıldı, değdi mi” diyerek zalim yönetime boyun eğilmesini tavsiyesinde bulunmalarının ayıp ve günah olduğunu bir kere daha hatırlatmak isteriz. Bu kafa karışıklığı zulmü işleyenler Yahudi kafirler olduğunda durumu net olarak görüp, isimleri Müslüman olanlara gelince zulmü net biçimde algılama zaafından kaynaklanmaktadır. Oysa zalimin kendisini nasıl tanımladığının, kendisine hangi payeyi verdiğinin bir önemi yoktur. Önemli olan zalim olmasıdır. Yine sıkça dillendirilen ve tartışılması gereken yaklaşım tarzlarından biri de herhangi bir somut pratiğe dönüşmeyen, hayra yol açmayan abartılı mesuliyet yükleyen söylemlerdir. “Yazıklar olsun, ne haldeyiz, ölmüşüz, elimizden bir şey gelmiyor, kardeşlerimiz katledilirken yemek yiyor, uyuyor, misafir ağırlıyor, misafirliğe gidiyoruz” vs. Bunlar da anlamlı sözler değildir. Elimizden gelen bir şeyler var ve yapmıyorsak elbette kendimizi kınayalım ama elimizden gelmeyen, takatimizi aşandan ötürü neden sorumlu olalım? Rabbimiz “La yükellifüllahü nefsen illa vüs'aha” yani “Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez” (Bakara 286) buyurmuştur. Evet cihad Müminler üzerine vecibedir. Ama nasıl yapılacağı şartlara göre, imkanlara göre değişir. Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Mallarınız, canlarınız ve dillerinizle müşriklere karşı cihad ediniz” (Ebu Davud Cihad, 17; Nesai Cihad, 1) Biz her vesileyle zulmü lanetliyor, kardeşlerimizin yanında olduğumuzu haykırıyoruz, elimizden geldiğince de yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama ordularımız falan yok ki doğrudan zulme müdahalede bulunalım. Bu noktada Gazze’de katliamlar yaşanırken, Ramallah’ta, Nablus’ta, el-Halil’de vs. Filistinliler ne yapıyorlarsa biz de aynı şeyi yapıyoruz. Dolayısıyla gereksiz ve abartılı yaklaşımlar bizi daha ileri taşımaz olsa olsa can sıkıntısı ve moral bozukluğunu artırır. Bunun da mücadele ruhuna faydası olmaz, sadece zararı dokunur. Elimizden gelen gayreti ortaya koymak, hakkın şahitliğini yapmak, zulme ve zalime karşı her daim tavır koymak şiarımız olmalıdır. Rabbimiz bizden zulüm karşısında mazlumun yanında olmamızı ve maruz kaldıkları haksızlıklar karşısında kardeşlerimizi yalnız bırakmamamızı istemektedir. Bugün bunu dualarımızla, mali yardımlarımızla, dayanışma eylemlerimizle yapmaktayız. Sesimiz çıktığı kadar zalimi lanetlemekte, Müminlerle birlikte olduğumuzu haykırmaktayız. Biz samimiyetle, ihlasla ve ciddiyetle şahitliğimizi yaparsak Allah azze ve celle yakın bir zamanda bizlere kardeşlerimize fiilen de destek olma, ellerimizle de zalimin karşısında dikilme kudretini, fırsatını lütfeder inşallah. Bunun için de dua ediyor, mazlum kardeşlerimizle en yakın zamanda ellerimizi birleştirmesini ve zulmü tüm coğrafyamızdan def etmesini Rabbu’l-Alemin’den niyaz ediyoruz.”
GÜNDEM
Yayınlanma: 19 Ağustos 2024 - 17:09
Alpay: Gazze direnişi ümmet için başlı başına bir kazanımdır!
GÜNDEM
19 Ağustos 2024 - 17:09
İlginizi Çekebilir